Öncelikle sizin tanımak isteriz. Aytuğ Tunç Deveci kimdir?
İki çocuklu bir ailenin küçük çocuğuyum. On dokuz şubat bin dokuz yüz doksan dokuzda Erzurum'da doğdum. O zamanlar Sarıkamış'ta yaşıyorduk. Babamın asker olmasından kaynaklı tayinleri dolayısıyla pek çok defa şehir değiştirdik tabii. Sarıkamış'ta, Polatlı'da bulundum. Lakin en son olarak Ankara'ya geldim ve küçüklüğümden beri de buradayım. Eğitim hayatım burada başladı diyebilirim ve hâlâ da burada devam ediyor. Batı kültürüne ve yabancı dillere olan tutkumdan dolayı, sevebileceğimi düşünerek seçmiş olduğum bir bölüm olan Fransız Dili ve Edebiyatı öğrencisiyim. Dillere olan tutkumun yanı sıra, bölümümü seçmemde kitaplara ve ayrı ayrı her ülkenin edebiyatına duyduğum hayranlık da büyük bir etmendi. Sanatın neredeyse bütün dallarına ayrı ayrı hayranlık duyuyorum lakin edebiyata ve oyunculuğa olan sevgim çok başka. Bunu da gündelik hayatımın her anına yansıtarak mümkün olduğunca kendimi de o hayranı olduğum sanatın bir parçası haline getirmeye çalışıyorum. Bunu yapmadığım zamanlarda ise genelde hayatım psikoloji veya uzay adına araştırmalar yaparak geçiyor. Eğer şu anda okuduğum bölümde olmasaydım büyük ihtimal psikoloji veya astrolojiyle ilgili bir bölümde okumayı isterdim. Zaten bazen gerçekten de o bölümlerin öğrencileri kadar bu konularla uğraşırken buluyorum kendimi. Fakat en büyük tutkum ve bütün hayallerimin üzerinde olduğu şey yazmak. Yazmak kadar bana keyif veren, gerçekten kaliteli bir iş çıkardığımı düşündüğüm bir yazma seansından sonra o derece bir mutluluk veren başka hiçbir şey yok benim için bu hayatta. Ne yazdığım bazen gerçekten fark etmiyor, sadece bir şey yazmış olmak bile mutlu ediyor çoğu zaman beni, şu anda da onu yapıyorum zaten.
Yazarlık hayatınız nasıl başladı? Size öncülük eden bir isim var mı?
Yazarlık küçüklüğümden beri istediğim bir şeydi aslında. Hatta diğer çocukların hiç oynadığını görmediğim bir oyun sayesinde gerçekleştirirdim bu isteğimi. Kendi icat ettiğim bir oyun olarak belirtmek istemiyorum lakin gerçekten de başka hiçbir çocuğun o tür bir oyun oynadığını görmediğim için sanırım benim bulmuş olduğum bir oyundu diyebiliyorum.
İzlediğim dizilerin veya filmlerin kendi kendime devamını getirmeye çalışır ya da onları tamamıyla, en başından değiştirirdim. Bizim küçüklüğümüze denk gelen zamanlarda fantastik diziler çoktu mesela televizyonlarda. Neredeyse bütün çocukluğumu o dizileri izleyerek geçirdim, desem yalan olmaz. İşte o dizilere özenerek o dizilere benzer diziler yazar ya da direkt kendi kendime yazdığım senaryolarla onların devamını getirmeye çalışırdım. Sonrasında o yazdıklarımla kendimi odama kapatır, yazmış olduğum her şeyi seslendirerek kendi kendime canlandırırdım. Her birinde sesimi, hareketlerimi, odamda bulduğum şeylerle üstümdekileri değiştirerek yazdığım karakterleri taklit eder, karakterlerin her hareketlerini de ağzımla çıkardığım sesler yardımıyla canlandırırdım. Mesela ayakkabı sesleri, rüzgarın sesi, su içme sesi gibi bir dizi sahnesinde çıkabilecek tüm sesleri çıkarmaya çalışır, tek başıma birkaç kişilik bir kadro gibi bütün o sahneyi çekerdim. Annem ise böyle oyunlar oynamam yerine direkt tamamıyla yazarlığa yönelerek fikirlerimi kağıda geçirmem gerektiğini söylerdi hep. İşte o şekilde başladı tam anlamıyla yazma serüvenim.
Küçüklükten beri sürekli kitap denemelerim olmuştur. Fakat hepsinde bir iki bölüm yazar bırakırdım. Bir iki bölümden fazlasını yazarak ilerlediğim ilk kitabımı yazdığımda on dört yaşımdaydım lakin onu da bitirememiştim. Bir kitabı ciddi anlamda bitirmek isteyerek yazmaya başladığımda on yedi yaşımdaydım. Ama ne kadar denediysem deneyeyim, içime sinen bir yazıyı ortaya koyamıyordum. Sonrasında yazmaya bir süre ara vererek kendimi okumaya adayıp kendimi olabildiğince geliştirmeye çalıştım bu konuda. Beni heyecanlandıran bir fikir belirene kadar da durmadım asla. Bu süreçte pek çok psikolojik gerilim türünde, korku türünde, fantastik türde kitaplar okumaya çalıştım. Zira ilgimi çeken, okumayı sevdiğim ve de yazmayı isteyeceğim türler o tür kitaplar olmuşlardı hep. Bu süreçte bana öncülük eden pek çok korku yazarı olmuştur, küçükken asla korku filmi izleyemeyen ben, sayamayacağım kadar korku filmi de izlemiştim mesela bu süreçte. Kendimdeki bu karanlık kısmı fark ettiğimde hiç durmadım diyebilirim. Bütün bunlardan sonra aklımda beliren bir fikirle on dokuz yaşımda çıktığım yolun ise bu sene sonuna geldim. ''Başlangıç'' isimli kitabımla en sonunda bu hayalimi gerçekleştirdim işte. Bu ismi seçmemin nedenlerinden birisi de oydu aslında. Sonunun gelmesini asla istemediğim bu yolda başlangıcım oldu benim.
Yazarken nelerden etkilenirsiniz?
Ben genel olarak görsellikten etkileniyorum en çok. Yani sevdiğim kitapları ya da okumam gereken kitapları ilham kaynağı olarak görüp okumam asla. Çünkü kitaplardan ya da herhangi bir yazılı metinden ilham alabilen bir insan değilim. Tıpkı yaşanmışlıklardan ya da tecrübelerden esinlenebilen bir insan olmadığım gibi. Yazarlık denildiğinde insanlar dışarı çıkmanızı, gözlem yapmanızı, hayatın akışını izlemenizi önerir mesela. Ama maalesef ki bu benim için hiçbir şekilde geçerli değil.
Ben genel olarak, hatta neredeyse her zaman izlediği filmlerden, dizilerden ya da oynadığı video oyunlarından esinlenen bir insanım. Zaman zaman bu ilhamların kaynakları şarkı klipleri bile olabiliyor hatta. Hiç beklemediğim bir zamanda, sevdiğim bir şarkının bir klibini izlerken dahi bir şeyler belirebiliyor kafamda. En çok etkilendiğim şeyler de doğal olarak bunlar oluyor.
Örnek vermem gerekirse bir konuda ilham almamın gerektiğini düşündüğüm bir zaman yine kendimi odamda izole eder, battaniyemin altında saatlerce film izlerim. Bu kitabımı yazarken de böyle olmuştu mesela. Dediğim gibi sayısız korku filmi, sayısız fantastik dizi izlemiştim. Evet biraz tuhaf ancak yaşadığım şeylerde değil, kendim yaşıyormuş gibi hissetmeye çalıştığım şeylerde, dizi veya filmlerde buluyorum daima fikirlerimi. Aynı zamanda video oyunlarının da tutkunuydum, hâlâ da öyleyim. Bu konuda hiçbir akademik eğitim görmeden bir dili, İngilizceyi öğrenmemi sağladıkları gibi çoğu zaman ilhamlarımın kaynakları da olmuşlardı hep.
Başlangıç isimli eserinizden bahseder misiniz?
Eserimden genel olarak bahsetmem gerekirse, ağırlığı o yönde olduğu için bir korku kitabı olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla, fantastik korku kitabı olduğunu. Lakin sadece bununla biten bir kitap değil. Aynı zamanda psikolojik unsurların da korku ögeleri kadar baskın olduğu, bilim kurguya da çokça yer vermiş olduğum bir eser. Aynı zamanda bir distopya da.
Çevremdeki beni tanıyan insanlar kitabı okurken benim yazmış olduğumu fazlasıyla anladıklarını dile getiriyorlar genelde. Çünkü bu böyle. Bu hayatta ilgimi çeken, beni alıp götüren, kendimden bahsediyor olduğumda sözünü ettiğim gibi tutkunu olduğum her ne varsa hepsini dahil etmeye çalıştım kitabıma. Müdavimi olduğum tüm türleri bir araya getirerek tek bir türün mensubu olmayan, çoklu türlerle bezenmiş olan bir eser ortaya koymak istedim.
Korku denildiğinde de akla gelen türlerin hiçbirine ait olmamasını istedim mesela. Yani korku söz konusu olduğunda şu ana kadar kullanılmış olan hiçbir materyali, hiçbir konuyu kullanmadım. Kitabımda kurt adamlardan, vampirlerden, zombilerden, cinlerden, perilerden ya da şeytanlardan bahsetmiyorum. Bunlara ait tek bir cümle dahi bulunmamakta. Korku olarak bu tür ögeleri kullanmakta herhangi bir sakınca olduğundan değil tabii ki. Yalnızca ben onları seçmedim. Tam tersi, kitabımda şu ana kadar söz konusu korku olduğunda asla kullanılmamış bir ögeyi kullanıyorum. Tıpkı kitabımın isminden de ipucu olarak anlaşılabileceği üzere, her şeyin başlangıcı olan, gezegenimizi çoğu gezegenden farklı kılan, hayatın özünü, suyunu kullanıyorum. Evet, benim kitabımda gerçekleşmekte olan, kitabımın ''korku'' kitabı olarak anılmasına sebebiyet veren tüm olaylar ''su'' yoluyla gerçekleşiyor. Böyle söylendiğinde ise insan, bir kişinin ''su'' ile ne kadar dehşet verici şeyler ortaya koyabileceğini merak ediyor tabii. Lakin işte burada da kitabımın bilim kurgu kısmı devreye giriyor.
Yani kısaca tek bir türün mensubu olmayan, aslında direkt olarak ''korku'' kitabı olarak nitelendirebileceğimiz bir kitap da olmayan; hayatın çarpık düzenini ve bizlerin ne kadar yozlaşabileceğini eleştiren fakat bunu insanların psikolojileriyle oynayarak dehşet verici bir yolla yapan, distopik bir bilim kurgu diyebiliriz.
Başlangıç isimli eserinizin ismi nereden geliyor?
Uzun bir yol olup asla sona erişini görmeyi istemediğim, çok severek çıkmış olduğum bu yazarlık serüvenimin ilk kitabı olduğu için bununla alakalı, buna yarışır bir isim koymak; kesinlikle bir kariyer haline getirmeyi planladığım yazarlık kariyerimin başlangıcını tam anlamıyla bu kitapla yapmak istedim. Yani bir insanın ilk kitabının isminin böyle bir isim olması çok büyüleyici gelmişti ilk aklıma geldiği zaman. Asıl nedeni ise bu değildi tabii.
Kitabımda ardı ardına gerçekleşmekte olan olaylar silsilesiyle döngülerden, bazı şeylerin başlaması için bazı şeylerin bitmesi gerektiğinden ve bir şeyin bitmesinin de o şeyin tam olarak bittiği anlamına gelmediğinden, tıpkı alt başlığımda da olduğu gibi her sonun yeni bir başlangıç olduğundan bahsediyorum çokça. Yani üstte belirttiğim neden olmasaydı dahi bu kitaba başka bir ismi yakıştırabileceğimi düşünmüyorum.
Bir nevi hem benim için, hem de okuyucu için bir umut ışığı olmasını da istedim aslında. Ne kadar bir şeyin devamı gözükmese de her ne kadar sonda olduğumuzu düşünsek de her zaman yeni bir umudun olduğundan, daima her bitişin bir başlangıca yönlendirdiğinden bahsetmek istemiştim. Girişin olduğu her yerde çıkışın da olduğundan.
Başlangıç isimli kitabınızı okur gözüyle yorumlar mısınız?
Benim kitabımı okuyacak olan birinin ilk olarak fark edeceği şey şu ana kadar kitap hakkında söylemiş olduğum hiçbir şeyle alakalı değil. Bu kitabı okuyacak olan bir okur ilk olarak benim karakterlerimi fark edecektir. Çünkü hiçbirini araç olarak kullanmadım. Bazen, bazı eserlerde konunun yansıtılabilmesi için bir araç olarak kullanıldığını görürüz karakterlerin. Yani aslında orada değillerdir, yoklardır. Yalnızca bir olayın anlatılabilmesi için karakterlere ihtiyaç duyulduğu için konulmuşlardır oldukları yerlere. Bir olay, bir konu hiç kimse gerekmeden anlatılabilseydi şayet asla bahisleri dahi geçemeyecek olan araçlardır. Ben kendi kitabımda bundan fazlasıyla uzak durmak istedim. Karakterlerimi bir araç değil, bir amaç olarak görmeye çalıştım elimden geldiğince. Kitabımda yalnızca bir cümle olarak yer edinmiş olan bir isme dahi detayı detayına indim. Çünkü hepsini gerçek insanlar, gerçek hayatlar olarak gördüm. Ve sadece bir hayatla değil, bütün hayatların bir araya gelerek sebebiyet verdiği kitabımın ana olayında herkesin bir rolü, herkesin önemi olduğu için hiçbirine bir cümle daha eklenmesi gerektiğinden dolayı eklenen karakter gözüyle bakmadım. Benim kitabımı okuyan kişilerin ilk olarak fark edeceği şey hiç şüphesiz ki bu olacaktır. Kitabımda ismi geçmekte olan herkesi ana karaktermişçesine detaylandırdım, hepsinin kendine ait korkuları, arzuları, yaşadıkları hayatta gerçekleştirmek istediği hayalleri, ulaşmak istediği yerleri bulunmakta. Tıpkı bizler gibi. Nasıl ki hiçbirimiz yalnızca olması gerektiği kadar bulunmuyorsak bu dünyada, onlar da o şekilde bulunmuyorlar.
Bir diğer şey ise daha önceden de söylediğim gibi bir korku kitabı denildiğinde akla ilk gelen şeyleri bulamayacak olmaları. Korku denildiğinde akla gelebilecek, tahmin edilebilecek, önceden yapılmış ya da görülmüş olan hiçbir olayla herhangi bir kimsenin karşı karşıya gelebileceğini düşünmemekteyim.
Aynı zamanda da dediğim gibi okuyan bir kişinin tahmin ettiklerinden çok daha farklı korku ögeleriyle karşı karşıya gelebileceği gibi okuyacak olan bir kişinin kitaba başlarken bu kadar olacağını tahmin edemeyeceği kadar da bilim kurgu ve psikoloji unsurları barındırmakta. Lakin en sonunda, okuyan herkes görecek ki aslında en başından beri okudukları bu kitabın tüm amacı bir distopya olmaktı.
Başlangıç isimli kitabınızın vermek istediği mesaj nedir?
Kitabımın vermek istediği asıl mesaj bizlerin kendilerimiz için ne kadar ileri gidebileceği. Yani arzularımız, hayallerimiz için ne kadar ileri gidebileceğimiz ve bunu yaparken de çevremizdeki insanlara, hayvanlara, hatta tüm canlılara; doğaya, ayak bastığımız topraklara, kendi öz gezegenimize ne kadar kayıtsız kalabileceğimizle ilgili. Sınırlarımızın olmamasıyla, yaptığımız ve de yapıyor olduğumuz şeylerle bazı çizgileri her geçen gün nasıl da aştığımızla ve hâlâ da nasıl aşıyor olduğumuzla.
Hiç kimsenin masum ve de suçsuz olmadığı bir hikâye benimkisi, aslında bir hikâye de değil, tamamıyla gerçekler. Zaten kitabımı ''korku'' kitabı yapan da bu ya. Günümüzdeki gündelik hayatının gerçeklerinin ne kadar yozlaştığının, günümüzün çarpık gerçeğinin ne kadar ''korkunç'' bir hâl aldığının bir simgesi, göstergesi, bir aynası. Vermek istediği mesaj da tam anlamıyla bu. Gözlerimizi kapadığımız bazı gerçeklerle bizi yüzleştirmek. Ve bu gerçeklere gözlerimizi kapayabilmek için neler yapabileceğimizi, potansiyelimizi aşarak ne kadar ileri gidebileceğimizi ve bunu yaparak da çevremizdeki her şeyin, kelimenin tam anlamıyla her şeyin sınırlarını ne kadar zorlayabileceğimizi göstermek.
Yeni çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Bu kitabımın bir seri olmasını planlıyorum. Ya üç kitaplık ya da beş kitaplık bir seri olmasını. Daha o konuda tam anlamıyla emin değilim. Zaten şu anda dahi ikinci ve üçüncü kitaplarımın iskeletleri tamamıyla tamamlanmış durumda. Yalnızca başlarına oturulup yazılmayı bekliyorlar.
Bunların haricinde ise şu an internetteki e-kitap mecralarına yazıp ekliyor olduğum yeni, başka bir kitabım bulunmakta. Türü bakımından da yazılış biçimi bakımında da şu ana kadar ilk defa deniyor olduğum bir şey. Lakin memnun kalmadığım söylenemez asla. Çok keyif alarak yazıyorum ve fazlasıyla da içime siniyor. Şu ana kadar yazmış ve de yazıyor olduğum her şeyden çok farklı. Aynı olduğu tek kısım onun da bir distopya olması. Sanırım bu benim olayım olacak ya da çoktan oldu da ben farkında değilim. Galiba her ne yazarsam yazayım distopik bir eser ortaya çıkaracağım daima, isteyerek ya da istemeden. Onu da en kısa zamanda bitirip yayınlamayı düşünüyor, önümüzdeki birkaç ay içerisinde onu da çıkarabileceğimi umuyorum.
Covid 19 salgını sizi nasıl etkiledi?
Okulumun online eğitim sürecine geçmesiyle beraber bitirmeye bir türlü fırsatını bulamadığım, kendi derslerimin ve sınavlarımın, okul saatlerimin içerisinde kaybolup giderken başına oturup da yazamadığım kitabımı bitirme fırsatı yakaladım. Daha okulların üç hafta tatil olacağının duyurusunu yapacakları ilk gün artık daha fazla ertelemeden bu kitabı bitirmem gerektiğini söylediğimi hatırlıyorum kendi kendime. Günde en az beş-altı bin kelime yazmaya başlamıştım, bir nevi buna zorluyordum kendimi. Hatta bir gün sabahın erken saatlerinde uyanıp gecenin geç saatlerine kadar uyumayarak neredeyse hiç aralıksız yazdığımı hatırlıyorum, tamı tamına on dört bin kelime kaleme almıştım o gün. Sonrasında ise zaten kitabı düzenlemekle, en baştan okuyup ekleme çıkartmalar yapmakla geçti çoğu zamanım. Ardından da zaten aynı şekilde o zamanların değerini bilmek isteyerek ikinci kitabımı yazmaya başlamıştım. Bu bakımdan iyi olduğunu söyleyebilirim. Yani hep bu şekilde hayalini kurduğum, gerçekleştirmek istediğim şeylerle uğraşarak geçirdim tüm zamanımı. Öylesine karanlık zamanlarda beni her ne mutlu edecekse başka bir şey düşünmeden ve de sorgulamadan onun peşinden koştum.
Yorumlar 2
Kalan Karakter: