Cumhurbaşkanlığı Beştepe Külliyesi Aziz Türk Milletinin daima gurur duyabileceği çok önemli bir eseridir. Bu çaptaki bir eseri eski Türkiye Hükümetleri asla yapamazdı. Bu onur verici eserle ilgili düşman dili ile, bir çok şey söylendi. Diğer devasa yerli ve milli onur projelerinde olduğu gibi.. Ülkenin gelişmesinden hoşlanmayan türü sadece Türkiyede kalmış kelaynakvari-acayip bir yaratıklar topluluğu ile birlikte yaşama huzursuzluğu ve şansızlığı içindeyiz.
Değerli okurlarım,Ülkemizin yetmiş yıllık geçmişini çok iyi bir şekilde hatırlayan birisiyim. Geçmişini bilemeyenler, geleceğini doğru bir şekilde tanzim edemezler. Maalesef ülkemizde hala “Eski Türkiyeden bize ne, hangi asırda yaşıyoruz, zaten gelişecektik” diyen gezi zekalılar var elbette.
İnsafınıza, ahlakınıza ve insanlığınıza güvenerek “canlı tarih” olarak; tarihin en ehemmiyetli yüzyılın seçimine yaklaşırken bir ağabeyiz, bir kardeşiniz olarak hasbihal ile nasihat edeceğim. Van'ın Erciş ilçesine yarım saat yürüme measafesinde olan Hargin isminde bir köyde doğdum. O yıllarda köyümüzde yol, su, elektirik, okul, radyo, sağlık ocağı, hastane, telefon vs yok. Ne acıdır ki birçok anne gibi benim annemde doğum yaparken, hastane ve doktor olmadığı için kan kaybından vefat etti. O yıllarda Jandarma devlet anlayışı hakim. İki Jandarma bir köyü önüne katsa dipçik zoruyla şehire sürse kimsenin gıkı bile çıkamazdı. Devlet üstad Necip Fazıl”ın dediği gibi “Çatık kaşlı bir zat” tı. Zorba bir yönetim vardı. Gerekirse bir liralık alacağı için on lira harcasada yine o bir liralık alacağını tahsil ederdi. Vatandaşın üç beş hayvanından bile vergi alır, askerlik çağına gelenleri askere alırdı. Yetmiş yıl önce bir öğretmen atandı bizim köye. Ancak okulumuz yok. Bir akrabamın evinin bir odasını okul yaptık. Bir dönem orada okuduk. Bu arada okulumuzun yapım işi tamamlandı. Köyümüzde okuma yazma öğrenimi yetmiş yıl önce bizimle başladı. Bizden büyük yirmi otuz yaşlarındaki abilerimizde okuma yazma öğrenmek istiyorlardı. Bazıları devam etti. Büyük bir kısmı vaz geçti. Düşünün yaklaşık yüz yıllık bir cahiliye dönemi yaşatan bir Devletin vatandaşlarıyız. İlçe merkezine yarım saat yürüme mesafesinde olmamıza rağmen bu kadar zavallı durumdayız. Birde uzak mesafede olan köylerin durumunu siz tahmin ediniz.
1938 yılında vefat eden Atatürk'ün naşını15 yıl gibi uzun bir süre müzede bir tabutun içinde, kokmasın diye mumyalanarak muhafaza altına alan anlayış, hangi dinin, hangi insani kriterlerin anlayışıydı? 1944 yılında inşasına başlatılan Anıtkabir 1953 yılında tam 9 yılda tamamlanıyor. 24 ton altın değerinde bir maliyet çıkarılıyor. Hele o zamanlarda dünyanın en büyük yatı olan ve Atatürkün hastalığının ilerlemesiyle muhtemelen insiyatifi ve isteği dışında 1938 tarihinde tam 1 milyon 200 bin TL ye alınan Alman yapımı “savanora yatı” gibi halen bile hiper-lüks sayılan saray-yatı düşünelim. Şu an bile bakım masrafının aylık 150 bin TL civarında olduğu ifade ediliyor. Dolayısıyla; o yıllarda nasıl bir anlayışla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlarız. İnsanların aç ve açıkta olduğu, ayağına çarık veya lastik ayakkabı bulamadığı o yıllarda, yaşadığı dönem ve ölümünden sonra bir devlet adamı için yaptırılan bu yapı ve hiper-lüks saray-yata harcanan para ile her ilde bir fabrika kurulabilirdi. Çağdaş ülkeler seviyesi dedikleri seviyeye gelebilirdik. Atatürkün işaret ettiği bu çağdaş seviyeye gelmemek için gereken her şey yapılmıştır. Ülkenin gelecği bir Yahudi mimarın organizasyonu ile mezara gömülmüştür.Kimdi bunlar? Kime hizmet ettiler? Atatürk bunları gerçekten istemiş midir, ister miydi? Kesinlikle Atatürkün bilgisi dışında gerçekleştirilen bir olumsuz organizayondur. Şimdi bu anormal ve hiç bir işe yaramayan bu yapının çok ciddi bir aylık gideride mevcutur. Esasında vekillerimizden birinin TBMM de bir soru önergesiyle hiçbir ülkede bulunmayan bu tür Anıtkabirin, toplam yıllık harcamasını ve kaç askerin her gün nöbet tuttuğunu sorması gerekirdi ancak o kadar özgürlüğün ve cesaretin hala olmadığını, bu soruyu soran vekilin linç edilebileceğini kesinlikle tahmin edebiliriz. Bu vaziyette ayrı bir kemalist sorundur. Bu olayı bir marifetmiş gibi gören ve hiç bir şekilde eleştiri getirmeyen güruh, Cumhuriyet tarihinin hatta gerileme dönemi Türk tarihinden itibaren gelmiş geçmiş en muhteşem hükümetinin ve aziz milletin Cumhur kanadının ülkemize kazandırdığı Cumhurbaşkanlığı Külliyesine neler demediler. Bunlar yerli ve milli olmayan avrupa yanlısı yeni Jöntürkler ve Türkiye Düşmanlarıyla aynı görüşlere sahip ittihatçı bakiyelerinin torunlarıdırlar.
Esenboğa hava alanından Ankara şehir merkezi girişi "Protokolyolu" gecekondularla kaplı bir haldeydi. Ülkemize gelen Devlet başkanları ve yabancı büyük elçiler vs. özellikle gelişmiş-obazite-sömürgeci ülke temsilcileri bunların başkenti böyleyse kimbilir Anadoluda develerle çadırda yaşayan ilkel bir kavim olarak Anadolu halkını ve Türkeyi çoğu zaman aşağılamışlardır. Çünkü daha 20 yıl once Afrika ülkeleri görünümündeydik. Melih Gökçek’in ve hükümetin gayretleri ile bu kötü görünümden kurtuldu Ankaramız. Erdoğanın olağanüstü gayreti ile ülkemizin her yerinde Devletin varlığı his ettirildi. En ucra yerlere dahi el atılmadık yer, okşanmadık yaşlı, yetim ve engelli başı kalmadı, doğsuyla batısıyla her türlü hizmetler fazlasıyla ulaştırıldı. Doğuda SODES (Sosyal destek projesiyle pozitif ayrımcılık yapılarak, temel gıda maddeleri vs her türlü yardımlar yapılageldi. Bilen bilir, bilmeyen nankörlerin gözleri kör olsun.
Hatta çağdaş, o gelişmiş obazite ülkelerden daha fazla bir hızla çağdaşlaştık. Öyle ki bazı kendini bilmez ve haddini aşan dışardan fonlanan Türkiye düşmanı gezi zekalılar “hayvani özgürlükler”istemeye başladılar. Devlet, din ve aile büyüklerine İtaat kültürümüzü yok edip, ülkemizde Özgürlüğü anarşi olarak lanse etmeye başladılar. Hal bu ki her vatandaşımız eşitti ve özgürdü ayrıca da; hiç bir vatandaşımız aç ve açıkta değildi. Çift maaş kamu çalışanı Başbakandan bile daha rahat ve huzurlu yaşıyordu. Buna rağmen hükümete karşı itibarsızlaşma özellikle sosyal mecralarda körüklendi ve çoğunlukla 30 yaş altı bir kısm gençlerimiz maalesef kadir kıymet bilmez, şükürsüz ve kanaatsiz duruma getirildiler.
Bizim tarihi, geleneksel toy ve törelerimizde Devlet vatandaşının hem anasıdır hemde babasıdır. Vatandaşın her türlü sorunlarını görev anlayışı içinde çözüyor. 20 yılı aşkın zamandır ben halkımın hizmetkarıyım, halka hizmet hakka hizmettir ve her vatandaşım devlet için kıymetlidir diyen ve böyle davranan bir liderimiz var. Bundan ancak onur duyulur. Ülkenin en ucra köyünde mahsur kalmış bir hasta varsa, Devletin ambulans uçağı anında o hastanın imdadına yetişiyor. Hastanesi olmayan hiç bir yerleşim alanımız kalmamıştır. Bırak okulu, Ünversitesi olmayan hiç bir il hatta ilçemiz kalmamıştır. Yolu, suyu ve elektiriği olmayan hiç bir yerleşim alanımız kalmamıştır. Anıt kabir için harcanan 24 ton altın değerindeki parada mutlaka vatandaş olarak bizimde hakkımız vardır. Ben bu hakkımı Atatürkü kullanan bu alçaklara asla helal etmiyorum. İlçemizde yapılması gereken hastane parasını mezara gömen alçakları protesto ediyorum. İlçemizde hastane olsaydı 74 yıl önce Annem ve onun gibiler ölmemiş olurdu. Belki benim annem gibi binlerce annelerde bu ve başkaca yoksulluklar nedeniyle ölmüşlerdir. Başta Atatürk olmak üzere tüm mağdur şekilde hayatını kaybetmiş yakınlarımızı, gerçek vatanseverleri rahmet ve minnetle anarken, Atatürkü tam 15 yıl boyunca defnetmeyen bu alçakların anlayışlarını lanetliyorum.
Şimdi gelelim bu anlayışın sahiplerinin torunlarına, yani yeni Jvntürk ve ittihatçılara.. Dünya lideri Erdoğan, muhteşem bir Külliye yaptırıyor. Tüm Devlet işleri bu Külliyeden idare ediliyor. Bir çoğunun bilmediği haliyle, bazılarını Cumhurbaşkanlığında çalışan bir dostumdan öğrendiğim kadarıyla; yeni Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde çift başlılık bitiriliyor, devlet ciddiyeti geliyor ve büyük ölçüde Çankaya Köşkü yerleşkesindeki Cumhurbaşşkanlığı personeli, Başbakanlık Personelleri ile bakanlıklardan ihtiyaca göre çağrılan sureli olarak görevlendirmiş seçkin kamu personelinin titizlikle çalıştığı ve Devlet Denetleme Kurulu, Personel Prensipler ile eski Kanunlar ve Mevzuat İdareleri ile Resmi gazete Yönetimlerini bünyesinde onurla taşıyan devletin idare edildiği ve çok büyük tasarruf sağlanan bir komplekstir. Etrafındaki Millet Camisi ve Millet Kütüphanesi ile düşman çatlatan medarı iftiharımız muhteşem Cumhurbaşkanlığı Külliyesine kim karşı çıkar ve rahatsız olur. Tabiki böyle tasarruf sağlanan ve Devletin en mühim idarelerini derleyip toplayıp tasarrufa gidilen böyle bir Devlet İdare Merkezinden ancak Devlet ve Türkiye düşmanları rahatsız olurlar. Ülkemize gelen tüm Dünya liderleri, Cumhurbaşkanlığı askeri bandosu ile, atlı alaylarımızla karşılanıp, muhteşem kapılardan geçirilip, tarihi ihtişamımıza uygun belli bir seremoni eşliğinde bu mekanda karşılanıyor, ağırlanıyor, misafir ediliyor. Bu muhteşem görkemli yere gelen misafirler hayranlıklarını gizliyemiyorlar. Bu ülkemizin şanı ve şerefidir. Erdoğana Allah uzun ömüler versin. Erdoğan ölümsüz değildir. Bu gün var yarını garanti değil. Ancak sadece Ayasofyayı açmasıyla ve “Dünya beşten büyüktür” mottosuyla ve tatbikatlarıyla tarihe büyük, devrimci, kurucu ve muhteşem bir lider olarak çoktan geçmiştir. Giderken bu sarayı birlikte götürmeyecek. Ancak anadoluda ve islam dünyasında halkın ve hakkın katında-gönlünde daima hayırla yadedilecek yerine çoktan yerleşmiştir.
Şimdilerde muhalefeti temsil eden ancak muhalefetin dışında avrupa ve Türkiye Düşmanı yanlısı olan Millet İttihatçılar gibidir. Erdoğanı devirmek için her türlü düşmanla anlaşmaya hazırdırlar. Unutmasınlar ki bu kez tarihi hatamızı yapmayacağız. Bu kez başaramayacamksınız, Türkiyeye diz çöktüremeyeceksiniz, bayrağımızı indiremeyecek ve ezanlarımızı susturamayacaksınız. Uzun Adam Büyük Reis her zaman dediğini yapmış, verdiği sözü tutmuştur. Çünkü o ecdadımız gibi devletlü olurken; kefenini giyip gelmiş, niyeti düzgün bir Adadolu delikanlısıdır. Yüce mevlanın korumasına ve feyzine lütfuna sahiptir. Sadece biz demiyoruz diğer mazlum milletler, Türk Dünyası ve İslam dünyası, hatta; insaflı düşmanları dahi bunları dile getiriyor.
Biz bütün bunları, kuru bir övgü veya yalnızca Cumhur ittifakını savunduğumuz için yada Sayın Erdoğan’ın kara kaşı kara gözünü sevdiğimizden değil, bilakis; zatı-devletlerinin ve Cumhurbaşkanlığı külliyesinin mazlumların sığınağı olması, hakkı savunması, emperyalizme en çok karşı çıkan bir merkez olması yanında neticede; şeytani değil rahmani cenahta bulunmasından dolayı yazıyoruz bu böyle biline.. Dünya liderlerinin buluşma yeri olan ve çok önemli tarihi sözleşmelerin yapıldığı yer olan külliye, ne yazık ki; ülkemizdeki bir güruh tarafından hiç bir ülkede olmadık şekilde haksız saldırı ve eleştirilere uğramaktadır. Hatta bu güzelim ve muhteşem devlet merkezi olan külliyeyi yıkacaklarını dahi söyleyecek kadar alçak, hadsiz ve namussuzlarla birlikte yaşıyoruz. Bunlar son dönemlerini yaşıyorlar. Kesinlikle gidecekler. Bir daha gelmemek üzere.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesine yeniden büyük bahar geleceğinden asla şüphem yoktur. Çünkü Sayın Uzun Adam öyle diyor ve dediğini daima yapmıştır ve bu kezde yine yapacaktır Allahın izniyle, çok eminim. Sayın Erdoğan'ın 14 mayıs akşamı balkon yada sürpriz bir yerde en büyük ve jubilee konuşmasını dinleyeceğime kesinlikle inanmaktayım. Allah o güzel günü bütün vatanseverlere nasip eylesin. Amin-Amiin-Amiiin. Ümmeti Muhammedin, Türk Dünyası teşkilatının, Mazlum ülkelerin ve dost ülkelerle birlikte bayramımız olsun. Unutmayalım Erdoğan'ın döneminde son asrın depremiyle birlikte çok büyük sıralı afetler yaşadık. Bunca büyük musibetlerden sonra yüce dinimizdeki inşirah suresinin bir gereği olarak Yüce Allah’ın, ülkemize felaketlerin büyüklüğüyle mütenasip olarak muhakkak çok daha büyük nimet inşirah ve zaferler vereceği bir kanundur. En başta psikolojik meydan okuma ve bağımsızlığımızın göstergesi Ayasofya-I Kebir Camii’inin açılmasının ardından, Borkarbür fabrikaları açılması, savunma sanayi devrimi, ilk nükler santralimizin kurulması, çıkan petroller ve son olarak devasa gaz rezervlerimizin çıkarılması bu ilahi adalet ve kanunun bir göstergesidir. Gerisi ziyadesiyle gelecektir hiç şüphesiz. Sayın Erdoğanda, temsil ettiği yüce ve kutsal misyonuda bunu fazlasıyla hakediyor. Şimdiden müjdeler olsun inşallah.
Zira yeni dönem çok büyük devrimlerin yapılacağı aslımıza daha hızlı döneceğimiz bir temizlik ve kuruluş ve de YÜKSELİŞ DEVRİMİZ olacaktır. Artık dış destekli muhalefet bozuntusu ne yapsa yapsın. İç ve dış düşmanla dursun dursun kudursunlar, kahrolup helak olsunlar İnşallah. Onlarında hakkıda harcıda budur zaten. Yazımı mühim bir anektod ve üstadlardan kelamı kibar ve serlevha olabilecek birkaç satırla ders mahiyetinde bitiriyorum :
Birincisi bizdeki iç düşmanın yok edilmesiyle alakalı olarak ve öteden beri doslarımla birlikte savunduğumuz “vatanseverlik Kanunu” çıkarılmasına ilişkin projemize adeta tercüman olan Alman bir üstaddan: Alman ceza hukuku profesörü Günter JAKOBS diyorki; terröristler kamu düzenini, güvenliğini ve otoritesini bozmaya çalıştığı için kişisel haklarını yitirmiş, yok hükmünde olan kimselerdir. Bu nedenle en hızlı ve masrafsız yoldan yok sayılarak yok edilmelidir.
İkincisi cumhur ittifakının mahiyetiyle ilgili İstanbuldaki bir dostumuzun paylaşımı (özet olarak alıyorum): Mevcut haliyle Cumhur ittifakı İttihadı islamın nüvesi olup; buda yakın bir istikbalde bu birliğin tahakkuk edeceğini göstermektedir. Bunu temsil edecek ve öncü olacak ülkenin evvel emirde kendi içinde dahilde müslümanların ittihadını tesis etmesi beklenir. Şu anda olacak olan da budur. BU İTTİHADIN DIŞINDA KALANLAR KALPLERİNDE MARAZ OLANLARDIR.Muhtemelen bunlar köprüden önceki son çıkışı kaçırıyorlar. Bunlar Allahın bu birliğin neferi olma şerefinden yoksun kıldığı kimselerdir. Dinde Cumhur demek; ülemanın ekseriyetinin Kabul ettiği görüşlerdir ki Peygamberimiz sav. Ümmetim delalette ittifak etmez buyurduğu cumhur ülemanın görüşlerini ifade eder. “Cumhur İttifakına” bu ismin verilmesi tesadüf olamaz. Ümmetin ehli sünnet vel cemaat itikadi anlayışına tabi olan kurtulmuş fırkası bu ittifaka destek ve biatlerini arz etmişlerdir. Bu Cumhur ittifakının dışında kalanlar ise, bu kadar açık delil ve rahmani işlerle işaretlere rağmen yanlış safta yer almış ve dinende kalplerinde maraz olan helak olacak kimselerdir. İnşallah hiç olmazsa bir kısmı pişmanlık duyup, hatasının farkına varıpta rahmani tarafa geçenler olurda kendilerini indallahta da kurtarırlar.
Üçüncüsü safını belli etme ve kimin kiminle yürüdüğü, kimin ağzıyla diliyle konuştuğu ve kimi üzüp kimi sevindirdiği yani kimi sevip kimi sevmediği, kimlerce sevilip sevilmediği gibi tarafı belli eden çok bariz formülle ilgilidir. Hayır, düşman oklarının hedefi dostumuzdur mealinde ki İmam şafii RA in bu muhteşem içtihat derecesinde ki sosyolojik tespitinin dışında rahmetli üstad Abdurrahim KARAKOÇ’un şu dörtlüğü çok çarpıcıdır :
Beden ölür, çürür, cana bakın siz.
Kim kiminle ,yürür ona bakın siz.
Bırakın dönsün dönme dolaplar,
Haktan, hakikatten yana bakın siz..
Haktan yana olanlara müjdeler ve Saygılarımla.
İDRİS ORTAKAYA