Görünen yaralarımız kadar, görülmeyen yaralarımızı da sarıyor muyuz?
Fiziksel yaralarımızı tek başımıza veya birinden yardım alarak sarıp sarmalıyoruz genelde. Önce yarayı
temizleriz. Sonra mikropları öldürmek için canımız yansa da, yaraya tuz basar gibi, tentürdiyot vs ne
gerekiyorsa uygularız. Yarayı iyice temizledikten sonra onu dışardan gelebilecek dış etkenlerden korumak
için sararız.
Peki ya vücudumuzda gözle görülür bir yara, yanık veya kesik değil de, mide ağrısı ise, bel ağrısı ise ne
yaparız? Doktora gideriz. Doktor yıllarca eğitimini aldığı içinde ona güveniriz bizi iyileştireceğine dair.
Genelde de ya bir ilaç ila yada başka bir yöntem ile iyileştirir. Eğer aile doktorunun bilgisi dışında ise sizi
uzmana yönlendirir.
Aslında fiziksel yaraları iyileştirmek, duygusal ve zihinsel yaraları iyileştirmekten daha kolay, çünkü onlar göz
ile görünen net, bariz yaralar. Peki zihinsel ve duygusal yaralarımıza da aynı özeni gösteriyor muyuz?
Yoksa o yaralarımızı görmezden mi geliyoruz? Yok mu sayıyoruz? içimiz kan ağlarken, maskelerin arkasına
mı saklanıyoruz? Gülümseyerek mi kapatıyorsunuz içinizdeki fırtınaları? Eminim zaman zaman bunu hepimiz
yapmış veya tecrübe etmişizdir, mutluluk maskesini.
Dayak yediğinizde; kapıya vurdum veya düştüm” dediğiniz olmadı mı hiç? Neden dayak yiyen bunu
söylemeye
utanır da dayağı atan utanmaz? Yoksa utanır mi?
Fiziksel acının yanı sıra, ya kırılan gururumuz, orada açılan yaralar ne olacak? Kendi içimizde yaşadığımız
korkularımız?
Her toplumda birileri birilerine hükmeder. Kimin gücü kime yeterse. Adam patronundan azar işitir. Eve gelir
karısını azarlar, karısı çocuğu azarlar ve çocukta gücü kime yeterse: evdeki kedi veya köpeği. Hiçbir şey
yapamazsa çocuk kendi içine kapanır. Bambaşka derin yaralar açabilir bu hareketler ve hakaretler. Biliyor
musunuz çocuğun önünde kavga etmek veya dayak atmak sadece dayak yiyene değil ona şahit olanları da
etkiliyor. Herkes kendi payına düşeni alıyor öyle veya böyle. Böyle bir negatifliği nesilden nesile zincirleme
aktarmak yerine, o zinciri kırsak daha iyi olmaz mı? Ne dövülmek, ne de dövmek. İnsanca yaşamak.
Fiziksel tacizin yanı sıra: duygusal ve ruhsal taciz, duygu sömürüsü, istismar... Her şeyle karşılaşıyoruz
hayatta ve işin acı tarafı bunu en yakınlarımız bize uyguluyor. Mesela bir baba oğlunu ; “sen salaksın,
beceremezsin”
“senden adam olmaz” Veya, bir annenin kızını “namussuz, orospu”… Dye azarlayıp dövdüğünü düşünün.
Dayak bittiğinde fiziksel yaralar kapandığında gerçekten sorun ortadan kalkmıyor mu? Maalesef yerini çok
daha derin yaralara bırakıyor. Ama biz bu yaraları temizlemek yerine onları yok sayıp inkâr edebiliyoruz.
Kendimize bile itiraf edemiyoruz. Çocukluğunda tecavüze uğrayan bir yetişkinin bunu hatırlamaması gibi.
İnkâr ediyor yüzleşemiyor bile. Çünkü yüzleşmek çok can yakıcı. Bu yüzden halının altına atılan toz toprak
misali yok sayıyoruz duygusal yaralarımızı. Ve çok ilginç bir şekilde bu çocuk büyüdüğünde bir baltaya sap
olamıyor. Veya sevgisiz bir evde büyüyen kız çocuklarının hep kendisini sevmeyen değer vermeyen erkekleri
seçmesi gibi. Çünkü başka sevgi örnegi yok ki önünde. Sevgi zannediyor kendini babası gibi itip kakan saygı
göstermeyen adamı.
Neden biliyor musunuz? Tüm tepkilerimizi bilinçli verdiğimizi zannetsek de bilinçaltı %90 tavırlarımızı ve
kararlarımızı etkiliyor. Tıpkı buz dağının su altında kalan büyük kısmı. Eğer zamanında duygusal ve zihinsel
yaralarımızı da tıpkı fiziksel yaralarımız gibi temizleyebilirsek güzel olmaz mıydı.? Ama maalesef duygusal ve
zihinsel yaralarımızı bastırıyoruz, hasıraltı ediyoruz. Halbuki duygusal yaralarımızı da önce kabullenmekle
başlasak işe, o yaralarla yüzleşsek. Belki acılarımızı tazelemiş, yarayı kanatmış oluruz ama bu arada o
yaralarımızı temizlemişte oluruz. Ve böylece gerçek bir iyileşme süreci başlar. Evet, ilk etapta hem
kendinden hem de bunu sana yaşatanlardan nefret edebiliyorsun, Yaratana isyan edebiliyorsun. Bu
yüzleşmek yarayı temizleyip yaraya tuz basmak gibi canımızı yakıyor ilk etapta. Ama daha sonra
değiştiremediğimiz şeyleri kabulleniş ve hem kendine hem de karşındakine affetmek ile kendimizi ve
karşımızdakine azad ederek yaralarımızı bandajlıyoruz. Ve son olarak da aynı yaraların tekrar açılmaması için
tedbirler alarak kendimizi koruyabiliriz.
Siz duygusal olarak yaralandığınızda ne yapıyorsunuz? Kendinizi iyileştiriyor musunuz?
Bir zamanlar bana birisi kalbimde delik olduğunu söylediğinde reddetmiş kaçıp uzaklaşmıştım. Şimdi çok
daha iyi anlıyorum ne demek istediğini. Geriye dönüp baktığımda zincirlerimi kırabildiğim için çok
mutluyum, gururluyum. Çünkü kendimizi negatif inançlardan temizlediğimizde, sadece kendimize değil
bizden sonraki nesillere de aktarılmasını engellemiş oluyoruz.
Ruh ve beden sağlığıma dikkat etmek benim en büyük görevim.
Aslında hayat herkese zaman zaman mesajlar vermeye çalışıyor bu yaralarımıza ilgi gösterelim tedavi
edelim diye. Şöyle bir misal vereyim:
Evren, Allah, önce hafif bir şekilde, kuş tüyü misali, bizi uyarıyor o yaraya ilgimizi çekmeye çalışıyor. Biz bu
uyarıya kulak vermeyip hayatımıza normalmiş gibi devam ediyoruz. İkinci kez biraz daha güçlü bir uyarı
geliyor bize çarpıyor, tuğla gibi. Bu uyarıyı da dikkate almazsak son kez üzerimizden kamyon geçiyor.
Siz üzerinizden kamyon geçene kadar beklemeyin. Evrenin sesine kulak verin. Size gönderilen mesajları
okuyun ona göre tedavinizi yaptırın erkenden. Çünkü erken teşhis hayat kurtarır.
Güzel sağlıklı huzurlu mutlu bir hayat dileğiyle.
Fiziksel yaralarımızı tek başımıza veya birinden yardım alarak sarıp sarmalıyoruz genelde. Önce yarayı
temizleriz. Sonra mikropları öldürmek için canımız yansa da, yaraya tuz basar gibi, tentürdiyot vs ne
gerekiyorsa uygularız. Yarayı iyice temizledikten sonra onu dışardan gelebilecek dış etkenlerden korumak
için sararız.
Peki ya vücudumuzda gözle görülür bir yara, yanık veya kesik değil de, mide ağrısı ise, bel ağrısı ise ne
yaparız? Doktora gideriz. Doktor yıllarca eğitimini aldığı içinde ona güveniriz bizi iyileştireceğine dair.
Genelde de ya bir ilaç ila yada başka bir yöntem ile iyileştirir. Eğer aile doktorunun bilgisi dışında ise sizi
uzmana yönlendirir.
Aslında fiziksel yaraları iyileştirmek, duygusal ve zihinsel yaraları iyileştirmekten daha kolay, çünkü onlar göz
ile görünen net, bariz yaralar. Peki zihinsel ve duygusal yaralarımıza da aynı özeni gösteriyor muyuz?
Yoksa o yaralarımızı görmezden mi geliyoruz? Yok mu sayıyoruz? içimiz kan ağlarken, maskelerin arkasına
mı saklanıyoruz? Gülümseyerek mi kapatıyorsunuz içinizdeki fırtınaları? Eminim zaman zaman bunu hepimiz
yapmış veya tecrübe etmişizdir, mutluluk maskesini.
Dayak yediğinizde; kapıya vurdum veya düştüm” dediğiniz olmadı mı hiç? Neden dayak yiyen bunu
söylemeye
utanır da dayağı atan utanmaz? Yoksa utanır mi?
Fiziksel acının yanı sıra, ya kırılan gururumuz, orada açılan yaralar ne olacak? Kendi içimizde yaşadığımız
korkularımız?
Her toplumda birileri birilerine hükmeder. Kimin gücü kime yeterse. Adam patronundan azar işitir. Eve gelir
karısını azarlar, karısı çocuğu azarlar ve çocukta gücü kime yeterse: evdeki kedi veya köpeği. Hiçbir şey
yapamazsa çocuk kendi içine kapanır. Bambaşka derin yaralar açabilir bu hareketler ve hakaretler. Biliyor
musunuz çocuğun önünde kavga etmek veya dayak atmak sadece dayak yiyene değil ona şahit olanları da
etkiliyor. Herkes kendi payına düşeni alıyor öyle veya böyle. Böyle bir negatifliği nesilden nesile zincirleme
aktarmak yerine, o zinciri kırsak daha iyi olmaz mı? Ne dövülmek, ne de dövmek. İnsanca yaşamak.
Fiziksel tacizin yanı sıra: duygusal ve ruhsal taciz, duygu sömürüsü, istismar... Her şeyle karşılaşıyoruz
hayatta ve işin acı tarafı bunu en yakınlarımız bize uyguluyor. Mesela bir baba oğlunu ; “sen salaksın,
beceremezsin”
“senden adam olmaz” Veya, bir annenin kızını “namussuz, orospu”… Dye azarlayıp dövdüğünü düşünün.
Dayak bittiğinde fiziksel yaralar kapandığında gerçekten sorun ortadan kalkmıyor mu? Maalesef yerini çok
daha derin yaralara bırakıyor. Ama biz bu yaraları temizlemek yerine onları yok sayıp inkâr edebiliyoruz.
Kendimize bile itiraf edemiyoruz. Çocukluğunda tecavüze uğrayan bir yetişkinin bunu hatırlamaması gibi.
İnkâr ediyor yüzleşemiyor bile. Çünkü yüzleşmek çok can yakıcı. Bu yüzden halının altına atılan toz toprak
misali yok sayıyoruz duygusal yaralarımızı. Ve çok ilginç bir şekilde bu çocuk büyüdüğünde bir baltaya sap
olamıyor. Veya sevgisiz bir evde büyüyen kız çocuklarının hep kendisini sevmeyen değer vermeyen erkekleri
seçmesi gibi. Çünkü başka sevgi örnegi yok ki önünde. Sevgi zannediyor kendini babası gibi itip kakan saygı
göstermeyen adamı.
Neden biliyor musunuz? Tüm tepkilerimizi bilinçli verdiğimizi zannetsek de bilinçaltı %90 tavırlarımızı ve
kararlarımızı etkiliyor. Tıpkı buz dağının su altında kalan büyük kısmı. Eğer zamanında duygusal ve zihinsel
yaralarımızı da tıpkı fiziksel yaralarımız gibi temizleyebilirsek güzel olmaz mıydı.? Ama maalesef duygusal ve
zihinsel yaralarımızı bastırıyoruz, hasıraltı ediyoruz. Halbuki duygusal yaralarımızı da önce kabullenmekle
başlasak işe, o yaralarla yüzleşsek. Belki acılarımızı tazelemiş, yarayı kanatmış oluruz ama bu arada o
yaralarımızı temizlemişte oluruz. Ve böylece gerçek bir iyileşme süreci başlar. Evet, ilk etapta hem
kendinden hem de bunu sana yaşatanlardan nefret edebiliyorsun, Yaratana isyan edebiliyorsun. Bu
yüzleşmek yarayı temizleyip yaraya tuz basmak gibi canımızı yakıyor ilk etapta. Ama daha sonra
değiştiremediğimiz şeyleri kabulleniş ve hem kendine hem de karşındakine affetmek ile kendimizi ve
karşımızdakine azad ederek yaralarımızı bandajlıyoruz. Ve son olarak da aynı yaraların tekrar açılmaması için
tedbirler alarak kendimizi koruyabiliriz.
Siz duygusal olarak yaralandığınızda ne yapıyorsunuz? Kendinizi iyileştiriyor musunuz?
Bir zamanlar bana birisi kalbimde delik olduğunu söylediğinde reddetmiş kaçıp uzaklaşmıştım. Şimdi çok
daha iyi anlıyorum ne demek istediğini. Geriye dönüp baktığımda zincirlerimi kırabildiğim için çok
mutluyum, gururluyum. Çünkü kendimizi negatif inançlardan temizlediğimizde, sadece kendimize değil
bizden sonraki nesillere de aktarılmasını engellemiş oluyoruz.
Ruh ve beden sağlığıma dikkat etmek benim en büyük görevim.
Aslında hayat herkese zaman zaman mesajlar vermeye çalışıyor bu yaralarımıza ilgi gösterelim tedavi
edelim diye. Şöyle bir misal vereyim:
Evren, Allah, önce hafif bir şekilde, kuş tüyü misali, bizi uyarıyor o yaraya ilgimizi çekmeye çalışıyor. Biz bu
uyarıya kulak vermeyip hayatımıza normalmiş gibi devam ediyoruz. İkinci kez biraz daha güçlü bir uyarı
geliyor bize çarpıyor, tuğla gibi. Bu uyarıyı da dikkate almazsak son kez üzerimizden kamyon geçiyor.
Siz üzerinizden kamyon geçene kadar beklemeyin. Evrenin sesine kulak verin. Size gönderilen mesajları
okuyun ona göre tedavinizi yaptırın erkenden. Çünkü erken teşhis hayat kurtarır.
Güzel sağlıklı huzurlu mutlu bir hayat dileğiyle.