Öncelikle sizi tanımak isteriz. Semra Aksoy kimdir?
1974 yılında Dinar’da doğdum. Evde herkesin kafasını ütüleyecek kadar konuşkan, okulda ve dışarıda ise sessiz ve çekingen bir çocuktum. O yaşlarda bile dünyaya, ülke siyasetine ilgi duyan, büyüklerin konuşmalarını dikkatle dinleyen bir çocuktum. Malum çocukluk yaşlarım ülkenin siyasi olarak çalkantılı dönemlerine denk geliyordu ve benim ailemde de birbirinden farklı fikirleri ateşli şekilde savunan büyüklerim vardı. Onları dinlemek söylediklerinden sonuçlar çıkarmak düşünce dünyamın o yaşlarda şekillenmeye başlamasına sebep oldu. Bunun dışında en çok yapmayı sevdiğim şeyler kuzenlerimle, arkadaşlarımla oyunlar oynamak ve her fırsat bulduğumda bir köşeye çekilip kitap okumaktı. O yaşlarda en sevdiğim yazar Jule Verne’di. Gençliğim de Hukuk Fakültesini kazandıktan sonraki üniversite yıllarım da yine bolca okuyarak, düşünerek, tartışarak ve sorgulayarak geçti denebilir. Okuldan sonra kurumsal bir şirkette avukatlık yapmaya başladım. Uzun yıllar çalıştıktan sonra 2017’de serbest olarak avukatlık yapmaya başladım. Halen de faal olarak avukatlık yapmaya devam ediyorum.
Yazarlık hayatınız nasıl başladı? Size öncülük eden bir isim var mı?
Yazarlık serüvenim 2016 yılında başladı. Çok gariptir ki, öncesinde kitap yazma fikri aklımın ucundan bile geçmemişti. Okumak bana olağanüstü keyif veriyordu. Dünyaca ünlü yazarlarımız Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli, Ayşe Kulin yabancı yazarlardan; tabii ki, Tolstoy, Puşkin, Dickens, Ursula Le Guin, Marguez, Virginia Woolf, Jack London ve isimlerini sayamadığım daha pek çok yazarın muhteşem eserlerini okumak kişiliğime, kimliğime paha biçilmez katkılar sundu. Bence okumak insanı her şeyden öte, farklı kültürleri tanıyıp anlamaya ve dünya insanı olmaya taşıyan en önemli basamak. O yüzden okuyan insan kötü olamaz. Mesela hayvana, doğaya yada başka bir insana kolay kolay zarar veremez. Savaşların neden gerekli olduğunu anlayamaz mesela. Çünkü insanlığın ortak paydalarını bilir. Dili, dini, kültürü ne olursa olsun her insanın acılarının, sevinçlerinin, kaygılarının, ihtiyaçlarının ve çıkmazlarının, zayıflıklarının ve kırılganlıklarının ortak olduğunu bilir.
Penceresi geniştir. Seçenekleri ve çözümleri fazladır. Bu yüzden maalesef ülkemizde zaten az olan ve özellikle de son yıllarda teknoloji sebebiyle yitirilen okuma alışkanlığının yeniden kazandırılması gelecek kuşaklar içinde hayati önem taşımaktadır.
Yazarken nelerden etkilenirsiniz?
Gençlik yıllarımda ilgi alanlarım edebiyat, arkeoloji, tarih, felsefe, siyaset bilimi iken, kendimi, yaradılışı ve hayatın kodlarını çözmeye çalıştığım yetişkinlik dönemlerimde ise bu defa Uzay-Zaman, Fizik, Ekolojik Sistemler, Dinler Tarihi ve Ezoterik konular ilgi alanıma girmeye başladı. Dünyada her dönem fazlaca ilgi gören ütopik ve distopik eserler herkes gibi beni de etkiledi. George Orwell’ın “Hayvan Çiftliği” ve “1984” başta olmak üzere, Yevgeni Zamyatin’in “Biz”, Mihail Bulgakov’un “Usta ile Margarita” ve “Altın Kent”, Thomas More’un “Ütopia”sı, Bradbury’nin “Fahrenheit 451” ve H.G WELLS ‘in “Zaman Makinası” ve daha bu alanda yazılmış ve klasik olmuş pek çok eser, bu türe duyduğum merakı artırdı. Ayrıca insan bilincinin aydınlanmasına yönelik sistemlerle de çalışma fırsatım oldu. Örneğin Kuantum Fizik, uzak doğu felsefeleri, beynin ve düşüncenin çalışma şekline ilişkin konularda hayatıma girmeye başlayınca daha güzel bir dünyanın nasıl olabileceğine ilişkin kafa yormaya ve sonra da bu konuda kitap yazmaya karar verdim.
Tek Zaman isimli eserinizden bahseder misiniz?
2022 ocak ayında İkinci Adam Yayınlarından çıkan Tek Zaman isimli kitabımda olaylar, 2136 yılında Türkiye’sinde, Ankara’da geçiyor. Hikâyeyi ilginç kılansa ülkenin ve tüm dünyanın değişmiş olması. Şu anda bildiğimiz tüm sistemler değişmiş; eğitim, ekonomi, sağlık, bilim, çevre ve gündelik yaşam tamamen farklılaşmış ve tüm canlılar arasında mükemmele yakın bir uyum tesis olmuş. Savaş yok, para yok. Beslenme şekilleri bütünüyle farklı, doğa tamamen temizlenmiş ve insanlık büyük bir travmanın ardından öyle bir bilinç sıçraması yaşamış ki, sistemi bütünüyle değiştirmek kaçınılmaz olmuş. Aslında daha fazla ayrıntı vermek istemiyorum. Okurların tüm ayrıntıları keyifle okuması çok önemli benim için. Keyifle diyorum, çünkü 2136’nın değişen dünyasında romandaki karakterlerle birlikte bu huzuru kalplerinde hissedeceklerini düşünüyorum.
Tek Zaman isimli eserinizin ismi nerden geliyor?
Eserin isminin Tek Zaman olmasının sebebi, 2136 Dünyasında Uzay-Zaman algısının bütünüyle değişmiş olmasıdır. Zaman kavramı, yani geçmiş, şimdi ve gelecek, aslında dünya yaşamını sürdürebilmek için insanlık tarafından oluşturulmuş kavramlardır. Halbuki gerçek olan tek bir zaman vardır, o da an. Zaman lineer değildir, tam tersi tüm zamanlar tek bir anda yaşanmaktadır. 2136 Türkiye’si ve dünyasında hayata bakışın değişmesi ile zaman da değişmeye başlar, tüm zamanlar ve görünmeyen bazı boyutlar görünür olur. Bir nevi zaman yolculuğu denebilir. Kitabın ismi bu yüzden Tek Zaman.
Tek Zaman isimli kitabınızı okur gözüyle yorumlar mısınız?
Kitap daha çok yeni. Piyasaya çıkalı birkaç ay oldu. Ancak şu anda bile satışlar ve okurlardan gelen tepkiler beni çok memnun ediyor. Okuyanlar, anlatılan dünyanın hayal bile olsa mutluluk verici olduğunu ve böyle bir dünyada yaşamayı dilediklerini söylüyorlar. Gerçekten şu anda ülkemiz de dünyada öyle büyük sıkıntılarla mücadele ediyor ki kısa süre bile olsa, böyle hissetmek herkese iyi gelecektir diye düşünüyorum.
Tek Zaman isimli kitabınızın vermek istediği mesaj nedir?
Aslında mesaj çok açık. İnsanlara başka bir dünyanın da mümkün olduğunu göstermek istedim. Çünkü bazı şeyleri o kadar kanıksadık ki başka türlü olmazmış sanıyoruz. Eğer herkes isterse, açlığın, yoksulluğun, güç savaşlarının olmadığı, insanın doğayla uyum içinde olduğu, tüm farklılıklarıyla ve insan onuruna yakışır şekilde bir arada yaşayabileceği bir dünya hiç de zor değil. Yeter ki egolarımızı ve hırslarımızı bir yana bırakıp kendimiz için dilediğimiz her şeyi herkes içinde dilemeyi başarabilelim. Yaratıcı hepimizi sevgiyle ve eşit yaratmıştır. Her bir ruh eşsizdir. Ve herkesin içinde O’ndan bir parça vardır. Kitabıma da alıntıladığım herkesin de bildiği şu sözü hatırlatmak isterim. Bu toprakların en kadim bilgelerinden Yunus Emre’nin dediği gibi, “Yaratılanı Severim, Yaradan’dan ötürü”. Bu sözü hatırlamak ve gerçekten yüreğimizde hissetmek bile yeterlidir güzel bir dünyaya kavuşmak için.
Yeni çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Kendime yazar demem için çok erken. Ama ben yazmayı gerçekten çok sevdim. Okumak kadar sevdim. Yazmak; içimin dışıma çıkması gibi kendi zihin dehlizlerimde yıllardır biriktirdiğim ne varsa onlarla karşılaşmak, kelimelerle dans etmek, kendimi daha doğru ifade edebilmek için sınırlarımı zorlamak muhteşem bir his. Bana çok iyi geldi. Bundan sonrası için birkaç planım var, hatta bazılarına başladım bile. İkinci kitabım 1900 Ankara’sında geçiyor. 2136 da gelecekte geçen bir hikâyeden sonra bu defa geri gelip geçmişten geleceğe baktığım, iki kitapta da yaşanan olaylar ve karakterler arasında bağlantılar kurarak ilerlediğim bir roman olacak. Cumhuriyetin doğum sancılarının yaşandığı yıllara, zamanın içinde hareket eden kahramanların gözünden bakmayı deneyeceğim. Ayrıca on hikâyeden oluşan başka bir çalışmam da var. Halka mal olmuş ünlü insanlar değil, ama basit karakterlerin gözünden tarihe geçmiş olayların yada durumların anlatıldığı insan hikâyeleri üzerinde çalışıyorum.
Covid 19 salgını sizi nasıl etkiledi?
Herkes gibi ben de özellikle evden çıkamadığımız karantina dönemlerinde, evde ailemle olmaktan onlarla vakit geçirmekten, yoğun iş temposundan uzaklaşıp dinlenmekten memnun oldum. Okumak ve yazmak için daha çok vaktim oldu. Bu süreç tabii ki herkesin iç dünyasında sorgulamalara da yol açtı. Sahip olduğumuz ama farkında olmadığımız özgürlüklerimiz, yapıp ettiklerimiz yada mahrum kaldığımız her şeye başka gözle bakmamızı sağladı. Pek çok alışkanlığımız değişti. Online iletişim, eğitim ve iş ilişkileri hayatımıza girdi mesela. Kendi adıma ben değişikliklere çabuk uyum sağlayan bir karakterde olduğum için yeni durumlar beni çok zorlamadı. Her konuda olduğu gibi bunları da kendi adıma avantaja çevirmeye çalıştım. Ama tabi bu süreçleri çok zor geçirenler oldu. Özellikle sağlık sorunları yaşayanlar, sevdiklerini kaybedenler, işyerleri kapanan, işini kaybedenler.. Bu sıkıntılar beni de herkes gibi çok üzdü. Umarım Ülkemde yaşayan herkes, hakkı olan yaşam koşullarını, yönetenlerden talep etme düşünce ve iradesine bir gün bütünüyle kavuşur. Son olarak tüm kalbimle bunu diliyorum.
Teşekkür ederim.
Yorumlar
Kalan Karakter: