Öncelikle sizi tanımak isteriz. Serap Balım kimdir?
Herkese merhaba. Adapazarı doğumluyum. Aslen Denizliliyim. Ankara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bitirdim. Sakin görünümlü fakat deli dolu biri olduğumu söylerler. Deli kısmına katılıyorum. Her zaman hayallerimin peşinden giden biri oldum. Kimi zaman ulaştım bu hayallere kimi zaman da birkaç başarısızlığın ardından yeni hayallerle değiştirdim onları. Ama her zaman ulaşacağım yeni hedefler koydum önüme. Bu bana yaşama hevesi veriyor. Yazarlığı bir hobi olarak görüyorum ve öyle görmeye de devam edeceğim. Üç adet kitabım var. İkisi deneme türünde, son kitabım Aşkım Ben Mervelerde Kalacağım ise roman. Ömrüm el verdiğince yeni şeyler yazmaya ve her seferinde bir öncekini basamak olarak kullanıp daha yükseğe çıkmaya çalışacağım.
Yazarlık hayatınız nasıl başladı? Size öncülük eden bir isim var mı?
Bir şeye tam olarak ne zaman başladığınızı bilemiyorsanız aslında o şey sizin bir parçanızdır diye düşünürüm. Yazmaya ne zaman veya neden başladım sorularına net bir cevap veremiyorum. Her koşulda yazmayı seçtim ve yaptığım en güzel şeylerden biri bu yazdıklarımı yıllar boyunca saklamak oldu. Şimdi dönüp bakınca iyi ki onları benimle beraber bu günlere getirmişim diyorum. Kimisi kitap oldu kimisi anı olarak evimin en güzel yerinde saklı duruyor. Sabahattin Ali'den çok etkilenmiştim. Benim de derin cümlelerim vardı ve ilk iki kitabımda bunları olduğu gibi paylaşmıştım fakat Sabahattin Ali'yi okuyunca dedim ki işte bu! İnsanı etkileyen derin cümleleri tam da beklemedikleri anlarda vermeliyim. Çünkü yüzeye yakın yerlerde vurgun yiyoruz derinlerde değil.
Yazmak size ne ifade ediyor?
Yazmak aslında terapötik etkisi olan bir eylem. Düşünün; canınız çok sıkkın, moraliniz bozuk ya da bir olayın etkisini bir türlü üzerinizden atamıyorsunuz; konuşmak istiyorsunuz, paylaşmak... Bir anlatsanız öyle rahatlayacaksınız ki... Tek isteğiniz yargılamadan, lafınızı kesmeden sizi sadece dinleyecek biri. İşte kalem ve kağıt size tam olarak bunu veriyor. Yazarlığımın ötesinde yazmanın bana hissettirdiği en önemli şey bu. Kimse sizi dinlemiyorsa bile işte orada beyaz sayfalar sizi bekliyor hem de hevesle.
Yazarken nelerden etkilenirsiniz?
Kendi hayatımdan ve tanık olduğum olaylardan besleniyorum. Bunları bitirdiğimde tamamen kurguya geçmeyi düşünüyorum. Fakat hiçbir yazar yoktur ki kendi yaşamından esinlenmesin. Tamamen kurgu olsa da bir yerinde kendimizden besleniyoruz. Aslında gerçek hayatlar bizlerden çok daha yaratıcı oluyor çoğu zaman. Biz yazarların yaptığı ise buna ufak bir bakış açısı farklılığı katmak.
Üç Noktadır Aşk isimli eserinizden bahseder misiniz?
İlk göz ağrım. Çocukluğumun, gençliğimin ilk ürünü. Ona bakınca heyecan dolu, toy, kırılmaya çok açık bir Serap görüyorum. Bu hayatta var olmaya çalışan, beni de bekleyin diye ayakkabılarını bile bağlamadan arkalarından koşturan ve bu yüzden takılıp düşen satırlar var orada. Bir cesaret olarak görüyorum Üç Noktadır Aşk'ı.
Lades adlı eserinizin ismi nereden geliyor?
Çoğu zaman hayatta sonunu bile bile bir şeylere atılır, üzüleceğimizi, kaybedeceğimizi, kırılacağımızı bile bile lades deriz. Kırılmamız da gerekir hani! Yoksa doğru yolu bulamayabiliriz. Bu sebepledir ki 'Hayatta önemli kırılma anları' deriz bunlara. 'Lades' de benim önemli bir kırılma anıma tanıklık etmiştir. Bazı şeylere tutunmamayı, bırakmayı, azat edebiliyor olmayı öğrendiğim bir zamandı. Tabii öğrenciliğimiz bitmiyor, bitmesin de zaten. Hayat sürekli 'bütlere' kaldığımız ama bir türlü bitiremediğimiz bir okul benim gözümde.
Lades isimli kitabınızı okur gözüyle yorumlar mısınız?
Lades gizli yerlerinize dokunacak olan bir kitap. Cebinizdekileri gören, sakladığınızı sandığınız sırları yüzünüze vuran ama utandırmayan, uyandıran bir eser. Okurlarımdan istediğim öylece okuyup sayfayı çevirmeden önce bir süre düşünmeleri, ölçüp tartmaları. Yazdıklarımın ötesini görebilenlerle buluşmak niyetindeyim.
Kitaplarınızda yoğun olarak ilişkileri konu ediniyorsunuz. Sizce kadın erkek ilişkilerindeki en büyük sorun nedir?
Aslında ortada bir sorun yok. Sadece kadın ve erkek birbirini tamamlayan ancak birbirinden farklı yaratılışa sahip iki tür. Tür diyorum çünkü gerçekten gerek hayata bakış açımız, olayları yaşama şeklimiz, cinselliği deneyimleme tarzımız gerekse bir ilişkiden beklentilerimiz o kadar ama o kadar farklı ki biz kesinlikle ayrı birer türüz. Elbette bu farklılık bizi birbirimize çeken yegane şey fakat zamanla öyle bir hataya düşüyoruz ki bu farklılıkları kabul etmiyor, dayatmalarda bulunuyoruz. Burada bir özeleştiri yaparak başlayacağım: ilişkide özellikle kadınlar çok fazla beklenti içine giriyorlar. Bu elbette duygusal yapımızdan kaynaklı; duyguyu erkeklere nazaran daha kısa sürede ve daha yoğun üretebiliyoruz. Duygularsa karşılık bekler, sürekli üretilmeyi bekler; bir kişi sizi heyecanlandırıyorsa yarın da heyecanlandırsın isteriz, seviyorsak sevilme duygusunu da yaşamak isteriz. İşte bu yoğun istek ve beklenti henüz olayın içinde olmayan bir erkeğe ağır geliyor ve onu kaçırıyor; bu onun suçu mu elbette hayır! O da yapısı gereği öyle. Duygudan ziyade öncelikle arzu ve sonucunda cinsellik dürtüleri oluşuyor erkekte. Kadınlar nasıl sevgi ve ilgi istiyorsa erkekler de cinsellik ve heyecan istiyor. Peki ortak noktada nasıl buluşacağız? İşte bu noktada devreye zaman giriyor. Yavaşlayacağız, vitesi düşüreceğiz, gerekirse fren yapıp geri çekileceğiz. Bir bakalım o aşk diye hissettiğimiz şey gerçek mi, heves mi? Ya da o heyecan, o arzu acaba bir hafta sonra da hâlâ orada mı? Fakat günümüzde her şey öyle hızlı öyle kolay ki... Bir butona tıklayarak yeni arkadaş ediniyor, gönderdiğimiz mesaj saniyesinde karşı tarafa ulaşıyor üstelik bunu birden fazla kişiye aynı anda yapabiliyoruz. Peki ya duygular nerede kaldı? Ya da ruhumuz bize yetişebildi mi? Bedenlerden önce ruhlar tanışır birbiriyle... Biz bu kadar sabırlı mıyız günümüzde, maalesef hayır. Bu nedenle hayal kırıklığına uğruyoruz, biz ne hissediyorsak karşı taraf da öyle hissetsin diye bekliyoruz. Fakat göz ardı ettiğimiz bir şey var ki hiç kimsenin yaşam yolculuğu aynı değil. Biraz dursak ve birlikte küçük ve yavaş adımlar atsak dengeyi bulacak ilişkiler; erkekte de duygu oluşacak -ki bir erkeğin duygusu çoğu zaman kadının duygusundan çok daha güçlü olabiliyor.
Bu hayat size en çok neyi öğretti dersek cevabınız ne olur?
Bu hayat bana bir çok şey öğretti, üstelik kafama vura vura, kulaklarımı çeke çeke, cezalarla aldım derslerimi. Biraz daha nazik olabilir miydi evet ama sanırım benim de böyle yontulmam gerekiyordu. En çok ne öğretti dersek kimseye hak ettiğinden fazlasını vermemeyi diyebilirim. Fedakârlık kendi değerinden vermekmiş hayat bunu bana tokat vura vura öğretti. Kimseyi haddinden fazla sevmemek, değer vermemek gerek. Tüm bunları kırgınlıkla ya da öfkeyle söylemiyorum aksine tam bir gönül rahatlığıyla, bir miktar bilgelikle söylüyorum. Çünkü bazı insanların heybeleri bunu kaldırmıyor ya da başka şeylerle dolu, siz verdikçe aslında taşıyor, ziyan oluyor, yerlere saçılıyor dökülüyor, sizden gidiyor ama ona geçmiyor öylece yok olup gidiyor. Olan size oluyor. Çünkü birine ne kadar çok emek verirseniz o kadar bağlanıyorsunuz. Şimdi dönüp baktığımda evet hayat benim canıma okudu çoğu zaman ama iyi ki de öyle yapmış yoksa ben akıllanmazmışım. Teşekkürler hayat! Ve unutmayın hayat size en çok nereden vuruyorsa orada eksiksiniz ve öğrenmeniz gereken bir şey var demektir. Bunu dikkate almak önemli.
Aşkım Ben Mervelerde Kalacağım isimli kitabınızın vermek istediği mesaj nedir?
Aşkım Ben Mervelerde Kalacağım benim ilk roman projem. Yaşanmış bir hikâyeden esinlenerek yazdım dolayısıyla hayatın içinde olan, belki birkaçımızın bizzat yaşadığı bir ihaneti anlatıyorum dilim döndüğünce. Bazen sadece olaylara odaklanırız, ne olmuş nasıl olmuş, kim ne yapmış öğrenir, birbirimize anlatır, ertesi gün de unutur gideriz. Fakat unuttuğumuz asıl şey oradaki duygulardır, açtığı yaralar, gelgitlerimiz, mantığımızın devre dışı kalmasıdır. Bir şeyler yapar, bazı tercihlerde bulunur, daha sonrasında da neden böyle yaptığımızı anlayamaz, belki de pişman oluruz. Kırılmışızdır ama sıcağına anlamayız. Baktığınızda hayat aslında çok acımasız olabiliyor. İnsanların yaptıkları şeytana parmağını ısırtıyor. Günün sonunda her şey yaşamın içinde, bizim ürünümüz. Bir dengede her şey; kim ne yaparsa aslında kendisine ne yapılacağını belirliyor farkında olmadan. İşte buna kimimiz karma diyoruz kimimiz de ilahi adalet. Kimse ama hiç kimse yaptıklarının yanına kâr kalacağını ya da diğer taraftan tabiri caizse kanının yerde kalacağını düşünmesin; hayat, evren, o yüce güç taşı gediğine öyle oturtuyor ki... Şaşılacak olan ise bizim hiçbir şey yapmamıza gerek kalmadan gerçekleşiyor tüm bunlar.
Yeni çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Şu an uzun zaman önce başlayıp ara verdiğim bir başka roman projesi üzerinde çalışıyorum. Tamamen kurgu olacak ve bu beni bir hayli heyecanlandırıyor. Elbette daha zamanı var henüz olgunlaşmadı ama bu eserimin de okurlarla en güzel şekilde buluşması için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım.
Sizce yazarlık yetenek işi midir? Eğitimle sonradan gelişebilir mi?
Bana göre sanatın tüm dalları kesinlikle yetenek istiyor. Eğitim olmazsa olmaz ama tek başına yeterli olmuyor. İlgi duymak da aynı şekilde tek başına yeterli değil. Kendimden örnek vermek gerekirse benim müziğe inanılmaz bir ilgim var ama buna bir yeteneğim olmadığı için eğitim almış olsam da bir müzik aletinde uzmanlaşamadım. Resimde de aynı şekilde. Bir ressamın gözünden bakamıyorum hayata. Sanatçı olunmaz sanatçı doğulur diye düşünenlerdenim. Yetenek olmazsa bir yere kadar gidebiliyorsunuz. Ve her birimiz belli bir yetenekle dünyaya geliyoruz. İste önemli olan bunu keşfedebilmek. Ben naçizane yeteneğimi keşfettiğimi düşünüyorum ki elbette bu da yeterli değil. Bunun üzerine çalışmam, saatlerce çalışmam, kendimi her zaman geliştirmem gerektiğinin farkındayım. Bir sanat dalıyla ilgilenmek öyle karar verilen bir şey değil. Ben yarın yazar olacağım diyerek olmuyor. Zaten içinizde taşıyorsunuzdur o yazma arzusunu, o yaratıcılığı ve hali hazırda bir zamandır yazıyorsunuz da. Sadece küçük bir makas değişimiyle yazdıklarınıza bir yön veriyor ve yazarlığa adım atıyorsunuz. Ve o günden sonra hiçbir şey artık eskisi gibi olmuyor.
Covid 19 salgını sizi nasıl etkiledi?
Ben bu süreçte mesleğim gereği aktif çalışanlar arasındaydım; dolayısıyla bir izolasyon, bir yalnızlaşma ya da soyutlanma hissetmedim. Bir salgını deneyimlemiş olmak ve bu salgından en azından şimdiye kadar sağ çıkabilmiş olmaktan dolayı buruk bir mutluluk duyuyorum. Genel anlamda baktığımda ise bu salgın bize başta temiz olmamız gerektiğini hatırlattı. Ardından aslında sahip olduklarımızın bir anda elimizden alınabileceğini, dün uğruna savaştığımız şeyleri bugün yapmamızın yasak olabileceğini, en küçük ya da önemsiz olarak gördüğümüz şeylerin mesela kısa bir yürüyüşün bile aslında ne kadar değerli ve yokluğunun ne kadar zorlayıcı olabileceğini gördük. Ve aslolanın sevdiklerimizin varlığı olduğunu, birbirimizle iyi geçinmemiz gerektiğini öğrendik. En azından ben öyle umuyorum. Ve aslında kelebek etkisini gördük bu salgında. Dünyanın bir yerinde bir kişinin hastalanmasının tüm dünyaya ne kadar büyük bir hızla yayıldığını, insanlığı, devletleri, tutunduğumuz değerleri nasıl da tehdit edebileceğini gördük. Umarım bunu sadece bir virüs olarak görmez daha geniş perspektiften bakarak dersler alırız diye ümit ediyorum.
Serap Balım’ın eserlerini online kitap satış sitelerinden edinebilir ve sosyal medyadan ulaşıp iletişim kurabilirsiniz.
İnstagram : @serapbalimofficial
Yorumlar
Kalan Karakter: