AYŞE KAYA
KELOĞLAN VE UÇAN AT
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken ben atımın üzerinde dıgıdık mıgıdık oynar iken, atım birden şahlandı. İki yanından kanat çıktı. Başladık bulutların üzerinde uçmaya. Selam verdik devlere, cücelere. Aştık yüksek kaf dağını, vardık masallar ülkesine. Karşımıza çıktı bir Keloğlan. Elindeki tarakla tarayıp duruyordu kel kafasını. Bir yandan da sızlanıyordu. “Ah ah! Ne olurdu kafamda biraz saçım olsaydı. Şu yırtık urbalarım, cilasız potinlerim biraz yeni olsaydı. Belki o zaman Aykız beğenirdi beni. Fakat bu halimle? Ah ah!...”
Anası kızıyordu Keloğlan’a. Şikayet ediyordu ona buna; “Ey ahali duydunuz mu? Bir kel oğlum vardır, o da padişahın kızına aşıktır. Ah benim karalı başım… Ühü ühü… Şimdi söyleyin bana a dostlar, ben ne edeyim? Nerelere gideyim? Ühüüü… Eğer Padişah duyarsa halimiz olur nice? Hem padişah verir mi kızını hiç benim kel oğluma, etrafında onca zengin, onca saçlı başlı prens varken.
-Vıdı, vıdı, vıdı…Doğru söyler anası Keloğlan kiiim? Aykız kim? Ne demişler davul bile dengi dengine, verirler Aykız’ı bir zengine.
Keloğlan; “ Merak etme güzel anam, saçım yoktur ama aklım çoktur. Elbet bir yol bulunur. Off Offf…”
İçim sızladı Keloğlanın haline. Karar verdim ona yardım edeceğim. Çıkardım heybemden güzel giysileri ve boyalı çizmeleri. Uzattım Keloğlan’a; “Al bunları Keloğlan. Bir güzel giyin kuşan, beyaz atımla dolaşalım, gidip Aykız’ı bulalım…”
“Ne!... Aykız mı? Essah mı diyon, amaniin…”
Keloğlan heyecanlandı, yüreği pırpırlardı. Giydi yeni giysileri, çekti ayağına çizmeleri. Başına da takınca kasketi, oldu halkın prensi. Atladık uçan beyaz atın sırtına, geçtik daracık sokaklardan. Halk bize el salladı. “Uğurlar olsun” dedi. Beyaz at şahlanınca kanatları açıldı, süzülerek yol aldık, padişahın sarayına çabucak vardık. Saray görününce yapmamız gerekenleri bir bir fısıldadım Keloğlan’ın kulağına “Fıs fıs fısss”
O sırada Aykız sarayın surlarında dolaşmaktaydı. Gördü bizi uçarken. Şaşkınlığını gizleyemedi. “Aman tanrım! Uçan, beyaz bir at!” Heyecanla seslendi; “Babacığım, babacığım çabuk gel, uçan atı almadan yel.” Padişah, hızla tırmandı surlara. Baktı dürbünüyle semaya. Uçan atı görünce şaşırdı kaldı o da. Kimdi bu gelen? Atın üzerinde oturan Keloğlan, beyaz bayrak salladı. Dost olduğunu ispatladı. Padişah izin verdi, atın yere inmesine. Sarayın kapısına yaklaştık. “Trik tırak” deyince açıldı kapı. Serdim kırmızı halıyı Keloğlanın önüne. Takdim ettim onu, kırmızı halıda yürürken. “Efendim Keloğlanı size takdim etmekten gurur duyuyorum. Kendisi masallar ülkesinin prensidir. Cesurdur, yüreklidir, çokta zekidir. O, halkın prensidir.” Padişah ve Aykız gülümseyerek baktılar Keloğlana. “Hoş geldin Keloğlan” dediler. Padişah sakalını sıvazlayarak; “Demek cesur ve zeki ha!... O zaman bu akşamki şenliğe siz de davetlisiniz. Zira şenliğe katılan prensler arasından en zeki olanı, kızım Aykız’a eş olarak seçeceğiz.” Keloğlan bu habere çok sevindi. Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz.
“Elbette katılırız efendim! Memnuniyetle…”
Akşam oluncaya dek misafir odasında dinlendik. Acaba Keloğlan Padişaha zeki olduğunu ispat edebilecek miydi? Akşam olunca konuklar büyük salona toplandılar. Padişah parmağını şıklattı, “Şık şık” eğlenceyi başlattı. Müzik çalınca çengiler, palyaçolar oynamaya başladı. Biraz sonra güzeller güzeli Aykız, kuğu gibi süzülerek salona girdi. Babasının yanındaki süslü koltuğa oturdu.
Padişah yan yana dizilmiş, farklı ülkelerden gelen prenslere bakarak konuştu. “Şimdi beni iyi dinleyin. Size bir görev vereceğim. Ancak bu görevi başaracak kişiyle kızım evlenebilir.” Herkes dikkat kesildi. Padişah devam etti.
“Avluda var iki havuz, biri dolu biri boş. Dolu olan havuzun suyunu, boş havuza aktaracaksınız. Fakat araç olarak, yalnızca kalbur kullanacaksınız.” Saçlı başlı prensler şaşırıp kaldılar, sağa sola baktılar. Kalbur dediğin nedir ki? Delikli bir araç. Sular deliklerinden akar, gider. Olur mu hiç? Bu havuzun suyu kalburla taşınır mı? Bazıları kalburu havuzun dibine daldırdılar fakat nafile, su süzüldü geriye. Hayır hayır bu işi hiç kimse başaramaz. Padişah bizimle alay ediyor olmalı. Sence olur mu? Sıra geldi Keloğlan’a. Keloğlan düşündü, taşındı, kel kafasını kaşıdı. “Ben bu işi yaparım yapmasına ama bana biraz zaman lazım” dedi. Herkes güldü Keloğlan’a, “Kimsenin yapamadığını sen nasıl yapacaksın?” dediler. Padişah biraz düşündükten sonra; “Peki Keloğlan! Sana istediğin zamanı vereceğim. Fakat bu işi başaramazsan kellen uçar ona göre.” Keloğlan biraz irkildi. Aykız “Tebrik ederim cesur Keloğlan” deyince keyfi tekrar yerine geldi. Bakalım Keloğlan bu işi başarabilecek mi? Aradan günler geçti, nihayet kış gelmişti. Soğuk hava dondurunca havuzdaki suyu, Keloğlan baltayla kırdı buzu. Kalburla taşıyarak doldurdu boş havuzu.
Bahar gelince eridi buzlar, tutuldu verilen sözler. Boş havuzun suyla dolu olduğunu görenler şaşırdılar. Keloğlan’dan özür dilediler. Padişah Keloğlan’ı tebrik etti. “Peki zeki Keloğlan, aklını kullanarak bu işi başardın. Şimdi ben de sana verdiğim sözü tutacağım. Kızım ile evlenmene izin vereceğim. Çağırdı Aykız’ı yanına; “Sevgili kızım, Keloğlan ile evlenmek ister misin?” Aykız baktı Keloğlan’a. Saçı yoktur ama aklı çoktur. Kimsenin başaramadığı işi o başarmıştır. Cesur ve zekidir.
“Evet” dedi babasına. Keloğlan’ın ağzı vardı kulaklarına. Kuruldu düğün dernek. Kırk gün kırk gece... Keloğlan beni çağırdı yanına. Gülümseyerek dedi ki, “Sayende hayalim gerçek oldu. Yüreğim sevinçle doldu. Haydi şimdi gidelim anamın köyüne, onun da gönlünü hoş edelim, elini öpelim.” Dedim ki; “Sevgili Keloğlan uçan beyaz at, benden sana olsun hediye. Selametle gidesiniz köyünüze. Zira beni başka masaldan çağırıyorlar. Birazdan gideceğim.” Keloğlan hüzünlendi, “Çok teşekkür ederim. Seni hiç unutmayacağım” dedi. Sonra Aykız ile bindiler uçan ata. Gittiler köylerine. Ya işte böyle arkadaşlar; Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Gökten üç elma düştü. Birincisi Keloğlan’la Aykız’ın kafasına, ikincisi masalı yazanın kafasına, üçüncüsü de masalı okuyanın kafasına.
Başka masallarda görüşmek üzere. Hoşça kalın.
KELOĞLAN VE UÇAN AT
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken ben atımın üzerinde dıgıdık mıgıdık oynar iken, atım birden şahlandı. İki yanından kanat çıktı. Başladık bulutların üzerinde uçmaya. Selam verdik devlere, cücelere. Aştık yüksek kaf dağını, vardık masallar ülkesine. Karşımıza çıktı bir Keloğlan. Elindeki tarakla tarayıp duruyordu kel kafasını. Bir yandan da sızlanıyordu. “Ah ah! Ne olurdu kafamda biraz saçım olsaydı. Şu yırtık urbalarım, cilasız potinlerim biraz yeni olsaydı. Belki o zaman Aykız beğenirdi beni. Fakat bu halimle? Ah ah!...”
Anası kızıyordu Keloğlan’a. Şikayet ediyordu ona buna; “Ey ahali duydunuz mu? Bir kel oğlum vardır, o da padişahın kızına aşıktır. Ah benim karalı başım… Ühü ühü… Şimdi söyleyin bana a dostlar, ben ne edeyim? Nerelere gideyim? Ühüüü… Eğer Padişah duyarsa halimiz olur nice? Hem padişah verir mi kızını hiç benim kel oğluma, etrafında onca zengin, onca saçlı başlı prens varken.
-Vıdı, vıdı, vıdı…Doğru söyler anası Keloğlan kiiim? Aykız kim? Ne demişler davul bile dengi dengine, verirler Aykız’ı bir zengine.
Keloğlan; “ Merak etme güzel anam, saçım yoktur ama aklım çoktur. Elbet bir yol bulunur. Off Offf…”
İçim sızladı Keloğlanın haline. Karar verdim ona yardım edeceğim. Çıkardım heybemden güzel giysileri ve boyalı çizmeleri. Uzattım Keloğlan’a; “Al bunları Keloğlan. Bir güzel giyin kuşan, beyaz atımla dolaşalım, gidip Aykız’ı bulalım…”
“Ne!... Aykız mı? Essah mı diyon, amaniin…”
Keloğlan heyecanlandı, yüreği pırpırlardı. Giydi yeni giysileri, çekti ayağına çizmeleri. Başına da takınca kasketi, oldu halkın prensi. Atladık uçan beyaz atın sırtına, geçtik daracık sokaklardan. Halk bize el salladı. “Uğurlar olsun” dedi. Beyaz at şahlanınca kanatları açıldı, süzülerek yol aldık, padişahın sarayına çabucak vardık. Saray görününce yapmamız gerekenleri bir bir fısıldadım Keloğlan’ın kulağına “Fıs fıs fısss”
O sırada Aykız sarayın surlarında dolaşmaktaydı. Gördü bizi uçarken. Şaşkınlığını gizleyemedi. “Aman tanrım! Uçan, beyaz bir at!” Heyecanla seslendi; “Babacığım, babacığım çabuk gel, uçan atı almadan yel.” Padişah, hızla tırmandı surlara. Baktı dürbünüyle semaya. Uçan atı görünce şaşırdı kaldı o da. Kimdi bu gelen? Atın üzerinde oturan Keloğlan, beyaz bayrak salladı. Dost olduğunu ispatladı. Padişah izin verdi, atın yere inmesine. Sarayın kapısına yaklaştık. “Trik tırak” deyince açıldı kapı. Serdim kırmızı halıyı Keloğlanın önüne. Takdim ettim onu, kırmızı halıda yürürken. “Efendim Keloğlanı size takdim etmekten gurur duyuyorum. Kendisi masallar ülkesinin prensidir. Cesurdur, yüreklidir, çokta zekidir. O, halkın prensidir.” Padişah ve Aykız gülümseyerek baktılar Keloğlana. “Hoş geldin Keloğlan” dediler. Padişah sakalını sıvazlayarak; “Demek cesur ve zeki ha!... O zaman bu akşamki şenliğe siz de davetlisiniz. Zira şenliğe katılan prensler arasından en zeki olanı, kızım Aykız’a eş olarak seçeceğiz.” Keloğlan bu habere çok sevindi. Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz.
“Elbette katılırız efendim! Memnuniyetle…”
Akşam oluncaya dek misafir odasında dinlendik. Acaba Keloğlan Padişaha zeki olduğunu ispat edebilecek miydi? Akşam olunca konuklar büyük salona toplandılar. Padişah parmağını şıklattı, “Şık şık” eğlenceyi başlattı. Müzik çalınca çengiler, palyaçolar oynamaya başladı. Biraz sonra güzeller güzeli Aykız, kuğu gibi süzülerek salona girdi. Babasının yanındaki süslü koltuğa oturdu.
Padişah yan yana dizilmiş, farklı ülkelerden gelen prenslere bakarak konuştu. “Şimdi beni iyi dinleyin. Size bir görev vereceğim. Ancak bu görevi başaracak kişiyle kızım evlenebilir.” Herkes dikkat kesildi. Padişah devam etti.
“Avluda var iki havuz, biri dolu biri boş. Dolu olan havuzun suyunu, boş havuza aktaracaksınız. Fakat araç olarak, yalnızca kalbur kullanacaksınız.” Saçlı başlı prensler şaşırıp kaldılar, sağa sola baktılar. Kalbur dediğin nedir ki? Delikli bir araç. Sular deliklerinden akar, gider. Olur mu hiç? Bu havuzun suyu kalburla taşınır mı? Bazıları kalburu havuzun dibine daldırdılar fakat nafile, su süzüldü geriye. Hayır hayır bu işi hiç kimse başaramaz. Padişah bizimle alay ediyor olmalı. Sence olur mu? Sıra geldi Keloğlan’a. Keloğlan düşündü, taşındı, kel kafasını kaşıdı. “Ben bu işi yaparım yapmasına ama bana biraz zaman lazım” dedi. Herkes güldü Keloğlan’a, “Kimsenin yapamadığını sen nasıl yapacaksın?” dediler. Padişah biraz düşündükten sonra; “Peki Keloğlan! Sana istediğin zamanı vereceğim. Fakat bu işi başaramazsan kellen uçar ona göre.” Keloğlan biraz irkildi. Aykız “Tebrik ederim cesur Keloğlan” deyince keyfi tekrar yerine geldi. Bakalım Keloğlan bu işi başarabilecek mi? Aradan günler geçti, nihayet kış gelmişti. Soğuk hava dondurunca havuzdaki suyu, Keloğlan baltayla kırdı buzu. Kalburla taşıyarak doldurdu boş havuzu.
Bahar gelince eridi buzlar, tutuldu verilen sözler. Boş havuzun suyla dolu olduğunu görenler şaşırdılar. Keloğlan’dan özür dilediler. Padişah Keloğlan’ı tebrik etti. “Peki zeki Keloğlan, aklını kullanarak bu işi başardın. Şimdi ben de sana verdiğim sözü tutacağım. Kızım ile evlenmene izin vereceğim. Çağırdı Aykız’ı yanına; “Sevgili kızım, Keloğlan ile evlenmek ister misin?” Aykız baktı Keloğlan’a. Saçı yoktur ama aklı çoktur. Kimsenin başaramadığı işi o başarmıştır. Cesur ve zekidir.
“Evet” dedi babasına. Keloğlan’ın ağzı vardı kulaklarına. Kuruldu düğün dernek. Kırk gün kırk gece... Keloğlan beni çağırdı yanına. Gülümseyerek dedi ki, “Sayende hayalim gerçek oldu. Yüreğim sevinçle doldu. Haydi şimdi gidelim anamın köyüne, onun da gönlünü hoş edelim, elini öpelim.” Dedim ki; “Sevgili Keloğlan uçan beyaz at, benden sana olsun hediye. Selametle gidesiniz köyünüze. Zira beni başka masaldan çağırıyorlar. Birazdan gideceğim.” Keloğlan hüzünlendi, “Çok teşekkür ederim. Seni hiç unutmayacağım” dedi. Sonra Aykız ile bindiler uçan ata. Gittiler köylerine. Ya işte böyle arkadaşlar; Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Gökten üç elma düştü. Birincisi Keloğlan’la Aykız’ın kafasına, ikincisi masalı yazanın kafasına, üçüncüsü de masalı okuyanın kafasına.
Başka masallarda görüşmek üzere. Hoşça kalın.