Öncelikle sizi tanımak isteriz. Mehmet Ekinci kimdir?
Merhaba, 1993 yılında Bingöl’ün Solhan ilçesinde doğdum. Henüz küçük yaşlarda ortaöğretim için yatılı olarak evden ayrıldım. Liseyi Elazığ’da okuduktan sonra batıya yelken açtım. Muğla’da iki sene yaşadıktan sonra Bursa’ya yerleştim ve halen Bursa’da yaşıyorum. Geçimimi sağlamak için bir restoranda aşçılık yapmaktayım.
Yazarlık hayatınız nasıl başladı? Size öncülük eden bir isim var mı?
Yazarlık hayatımın başlamasına sanırım henüz ortaokul için ailemden erken kopmamın içimde yaratmış olduğu boşluk neden oldu. Neden oldu diyorum çünkü henüz o yaşlarda bir çocuğun güneşin batışına bile içerlemesi pek de sağlıklı bir durum değildi. Aslında varoluş konusu ilkin orada yokladı beni. Hayatın anlamsızlığı ile karşı karşıya idim ama bunu bilmiyor ve müthiş bir acı çekiyordum. Tam o sıralarda Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe adlı kitabı ile karşılaştım. Artık içimde oluşmuş olan o boşluğu ne ile doldurmam gerektiğini o kitap ile anlamıştım. Sonra Dostoyevski’nin romanlarını okumaya başladım ve o anda olmam gereken şeyin ne olduğunu idrak ettim. Sanırım bu sürecinde yeni sancılar doğurduğunu söylemem gerek. Çünkü o andan itibaren sürekli otuzlardaki oluşacak ve gelişecek olan beni tahayyül etmeye başladım. Bu pek zor bir şeydir ve yıllar sonra otuzlarımda yazmış olduğum “Sanrılar Ve Sancılar” adlı eserimde karakterimi o çocukla karşılaştırdığım bir bölüm var. Evet, yirmili yaşlarının ortasında tescillendi yazarlığım ama aslında ortaokul zamanlarında ben bir yazardım.
Yazarken nelerden etkilenirsiniz?
Ben yazarken, sanırım bunları söylemek pek kolay olmayacak ama yıkımdan, kaostan beslenirim. Etkilendiğim yazarlara baktığımızda gerek Camus gerekse Sartre gibi isimlerin elinde savaş ve veba gibi müthiş bir malzeme vardı. Ben ise kendi malzememi yaratmak için daha çok zorlanıyor, sürekli kendimi sürüklüyorum kaosa. Çünkü yazmak kolay bir iş değildir, önce fırtına, büyük bir fırtına yaratmak gerek kafada. İşte o zaman zemine yapışmış kelimeleri seçmeye başlar insan. İş fırtınayla bitmez elbet, doğru kelimeleri seçip alamaz ise kişi elinde büyük bir yıkım kalmış olur. Bana öncülük eden birçok isim vardır, Shakespeare, Goethe, Camus, Sartre, Rainer Mari Rilke ve daha niceleri ama öncü olarak gördüğüm isim Dostoyevski’dir.
Soğuk en büyük ilham kaynaklarımdan birisidir. Sebebini pek bilmesem de soğuk aylar beraberinde bir fısıltı taşır ve bana kalan o fısıltıdan anladıklarımı kağıda dökmek kalır. Bir insanın yürürken sendelemesi beni besler, düşüncelerinin ağırlığı altında ezilen ayaklarını ve bükülen belini görmek... Bir kadının saçlarından kaldırıma döktüğü feryatlarını işitmek ve görmek, ihtiyar bir adamın titrek ellerine konan kırışıkların onu büyük bir buhrana itmesi ve dalıp gitmesi... Her ne kadar bunu kabullenmek zor ve geç olsa da beslendiğim şeyler bunlar.
Eddie’nin Güneşi isimli eserinizden bahseder misiniz?
Eddie’nin Güneşi ilk romanım, aslında yazarlığımı kendime kanıtlamak için yazmış olduğum romanım. Eddie siyahi bir insandır ve dışlanır. Dışlanış onu bir anlam arayışına iter. İki farklı ana kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım Eddie’nin gerçek hayatta maruz kaldığı dışlanış ve ikinci kısım ise bu dışlanmanın doğurmuş olduğu hayali bir dünyadır. Kafasında oluşturmuş olduğu dünyada bütün kötülüklere ve acılara göğüs gereceğini kendisine göstermek için var etmiştir. İlkin her şey güzel gitse de aradan geçen zaman Eddie gücün kendi elinde olduğunu anlamaya başlar. Gerçek hayatında yaşamış olduğu ezilmişlik onu kendi yaratmış olduğu dünyada gücü eline almasına neden olur ve büyük bir kaos doğar. Eddie benim ilk karakterim ve oldukça sevmeme karşın dönüp baktığımda şu an yazdıklarımın yanında birazcık arka planda kalıyor. Sanırım bu benim en büyük sorunum, her yeni yazılan kitapla beraber ötekilerin büyüsünü kaybetmesi.
Mesude isimli eserinizin ismi nerden geliyor?
Mesude adlı romanımın esin kaynağı çalışmış olduğum bir restoranda yardımcım olan bir kadının hayat hikâyesidir. Bilirsiniz çoğu insan hep şey der “Hayatımı anlatsam roman olur” diye. Bir gün yine öyle bir şey oldu ve dinledim, iyi ki dinlemişim, çünkü gerçekten içimizde romana değer çok hayat var. İki kardeş aile arasındaki savaşı bitirmek için yeni doğacak olan kız çocuğunu kardeşine götürüp ismini onun koymasını ister. Babanın ve amcanın bu isteği kırmaması ile çocuğun adı Mesude olur. Savaş bittikten sonra on dört baskın karakterin (ki bu oldukça fazla bir sayıdır ve kağıda aktarılması güçtür) içlerinde oluşmuş olan boşluğu doldurmak için derine inmeye başlamaları. Karakterlerimin çoğu acı çeker ve düşünür. Düşünür, düşünür ve düşünür... Sanırım Mesude ile söyleyebileceğim şeyleri izah etmek çok zor, hayatın anlamsızlığı gibi tıpkı, hayat anlamsızdır ve onu izah etmek için güçlü kelimeler yoktur.
Sanrılar ve Sancılar isimli kitabınızı okur gözüyle yorumlar mısınız?
Sanrılar Ve Sancılar... Bir karakterin dramı... Yönlendirilmesi, toplum tarafından fark edilmemesi ve kitap karakterleri ile yaşamaya başlaması. Yaratmış olduğu bir ses onunla beraberdir çoğu zaman ve onu yönlendirir. En nihayetinde Akaki Akakiyeviç (Gogol’un Palto adlı eserinin karakteri) ile karşılaşmasının kendisinin de bir kitap karakteri olduğunu anlamasına neden olur. Ses, yazar ve karakter esasında üçünün sırasıyla birbirlerine dönüşmesi... Oldukça basit bir dil ancak anlaşılması, derinlemesine anlaşılması zor bir kitap.
Yeni çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Yeni çalışmam “İnsan Tanrı Ya Da Şeytan” adlı fikrim, sanırım bunun için bir şeyler söylemek henüz erken. Ama insan olabilmenin yolu düşünceden geçer ve düşünce tanrı katına çıkarır insanı. Tanrı, şeytanı arzulatır ve kısır bir döngü. Sadece şunu söyleyebilirim “zaman düz bir çemberdir, yaptığımız ya da yapacağımız her şeyi tekrar tekrar yapacağız” demiş biri. Sanırım bir diziden duymuştum bunu. Ben bu kitapta yaptığım, o düz çemberde tekrar tekrar yaptığımız şeylerin karakterimin zamanla farkında olmasını sağladım. Bu acıdır, acı tehlikelidir çünkü haz almaktır ilerisi. Tekrar tekrar yapar bazı şeyleri karakter ve farkındadır bunun. Saat önce altı elli dokuzu vurur sonra altı elli beşi... İkinci kısımda ise üçüncü tekil şahıs girer ve karakteri kontrol eder, bu da şeytandır.
Yorumlar
Kalan Karakter: