Dünyamız yaklaşık 2 yıldır Covid salgınıyla cebelleşiyor. Her ne kadar salgın bitti demek için erken olsa da Sağlık Bakanı Koca’nın da defalarca işaret ettiği üzere aşı ve ilaç konusunda yaşanan gelişmeler ‘’tünelin ucundaki ışık’’ olarak göze çarpıyor. Umuyoruz ki bilimin gücünün insanlığı bir kere daha kurtaracağı günler çok uzak değil.
Elbette ki Dünya her şeye rağmen dönmeye devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Whatsapp, Instagram ve Facebook başta olmak üzere internette genel bir çöküş yaşandı. Bir çok site ve uygulamaya saatlerce ulaşılamazken, bir çok insan bu uygulamaların gündelik hayatta tuttuğu yeri bir kere daha anlamış oldu desek yanlış olmaz. Salgının başta kapanmalar olmak üzere bir çok sebeple yarattığı dijitalleşme furyasını da ele alırsak oluşan infiali anlamak mümkün. Peki salgın bitimiyle salgının yarattığı dijitalleşmeden dönüş mümkün mü? Değil. Küresel bir çok yayın organında Yeni Dünya’nın daha salgın çıkmadan 2 sene evvel vefat eden Polonyalı sosyolog ve filozof Zygmunt Bauman’ın ifadesiyle ‘’Post Panoptikon Dünya’’ olarak nitelemeye başlandığını görüyoruz. Yani yaşanan bir çok şey Covid’in marifeti olmaktan çok hızlandırdığı şeyler.
Öncelikle panoptikon nedir? Özellikle İktisat Öğrencilerinin yakından tanıdığı Jeremy Bentham’ın hapishane projesinin adı. Bu projede mahkumlar saydam denebilecek duvarlarla çevrili, dolayısıyla her an gözetlenebilir hücrelerde kalır. Gardiyan ise bu hücrelerden görülemeyecek bir noktada durmaktadır. Yani; mahkumlar gardiyanı göremez, gardiyan ise hücrenin en ince ayrıntısına kadar hakimdir. Bu durum, mahkumlar üzerinde ‘’Gardiyan buraya bakıyor olabilir.’’ korkusu yarattığı için 24 saatlik bir denetim yaratmaktadır. İşte Bauman bu modelden ilham alarak oluşan yeni toplumu ‘’post panoptikon toplum’’ olarak niteler. Panoptikon modelinden en büyük farkı artık mahkumun da, gardiyanın da bizzat bireyin kendisi olmasıdır. Bu noktada kullanılan en büyük araç da sosyal ağlardır. Beğenilme, kabul edilme, takdir görme gibi ihtiyaçlar sosyal medyada yaratılan normlara uyum sağlama ile mümkün olduğu inancıyla birleşmektedir. Kendini buna göre şekillendirmeye ya da göstermeye çalışan insan adeta kendisinin gardiyanı olmaktadır. Buna ek olarak kendisi hakkında sınırsız bilgiyi sosyal medya şirketleri, reklam ajansları, hatta istihbarat servislerine gönüllü olarak vermekte. Kısacası insan kendi eliyle kendini bir gardiyan gibi 7/24 denetime almakta. En somut örnek; Facebook’un 2016 ABD Seçim sonuçlarını değiştirdiği mahkemelere taşınan reklam kampanyaları tamamen bu bilgi toplama süreçlerine dayanmaktadır.
Peki sosyal medyayı şeytan gibi görmek gerekiyor mu? Buna da net bir hayır diyelim. Sosyal medyanın zararlarından çok faydası olduğu bir gerçek. Doğru kullanımla eğitim, öğretim, kültürleri tanıma, dil öğrenme, sosyalleşme, eğlence, bireysel özgürlük hissi hatta yeni iş kolları gibi noktalarda insanlara hizmet ettiği görülüyor. Yani mesele sosyal medya karşıtlığı yapmak, kısıtlama, yasaklar ve katı önlemlere boğmak değil. Mesele; oluşan yeni zamanın ruhunu anlayıp buna uygun toplumsal farkındalık yaratmak ve eğitimler vermektir. İyi yönleriyle, kötü yönleriyle, fırsatlarıyla, tehlikeleriyle dijital çağı özellikle gençlere ve çocuklara anlatmak belki de uzun vadeli istihdam politikalarına bile etki edecek bir atılım olur. Bunun ötesinde bireyler sosyal mecralarda kendilerine en uygun ve en doğru kararları verme özgürlüğüne sahip olmalıdır. Zaten Dünya’nın geldiği noktada sanal alemle kavganın ne bireylere ne de ülkelere pek bir faydası da olmayacak gibi duruyor.
Tolga AKPINAR
Dünya Çocuk ve Gençlik Derneği Gn.Bşk.Yrd.