23 Nisan 2020… Corona gölgesinde bir mucizenin 100. Yılını buruk da olsa kutlayacağız. Lafta değil tam anlamıyla sadece büyük milletlerin başarabileceği bir mucizenin sembolüdür TBMM. Öyle bir mucizedir ki; Dünya’da yer yerinden oynamıştır. TBMM önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması I. Dünya Savaşından mağlup çıkan ülkelerden, sömürülen ve ezilen halklara ciddi etkiler yaratmıştır. Örneğin Osmanlı gibi Cihan Harbinden mağlup çıkan Almanya’da ‘’Daha yıllar öncesine kadar Goltz Paşa gibi, Liman Von Sanders gibi Alman kurmaylardan yardım alan Türkler Sevr’i yırtıp attı, biz Versailles Antlaşmasına sıkışıp kaldık’’ tartışmaları gündemden silinmemek üzere başlamıştır. Cezayir’den Afganistan’a TBMM’nin kurucu lideri Mustafa Kemal’in adı yankılanır hale gelmiştir. Bu yankı boşuna değildir; zira Anadolu Direnişini ‘’Kemal’’ ismine getirilen eklerle tanır Dünya. Elbette ki TBMM’nin açılış ve başarısının tek sebebinin Atatürk olduğunu söylemek doğru olmayabilir; ama liderlik, deha ve stratejik akıl olarak Atatürk bu mucizenin merkezinde ve başrolündedir.
Daha işin başında yani 19 Mayıs 1919’dan önce Anadolu’da çeşitli direniş hareketleri vardı. Bu hareketler ulusal değil yerel boyutta ilerliyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın, Samsun’a ayak basışından itibaren bu direnişin dağınık olarak sürdürülemeyeceğine inandığını görmek mümkün. TBMM’nin kuruluşuyla beraber direnişin tek çatı altında toplanması büyük bir kırılma noktasıdır. Bunu küçümsememek lazım. I. Balkan Harbinde yaşanan ve Edirne’yi elden çıkarmamıza sebep olan bozgunun en temel sebebi ordu içinde subaylar arasındaki siyasal ayrışmadır. Emir komutanın yıpranmasından ağzı yanan Türk Kurmayları açısından elbette çok başlı bir direnişin sürdürülebilir olması düşünülemezdi. Yine Atatürk’ün İttihat ve Terakki’ye getirdiği iddia edilen en büyük eleştiriler komitacılıktan kurtulamaması, ordu – siyaset arasına çizgi çekmemesi ve lideri belirsiz bir yapı halinde olmasıdır. TBMM; hem orduya meşru bir liderlik makamı ve başkomutanlık yaratmış, hem toplumun çeşitli katmanlarından insanları bünyesinde barındırarak katılım ve aidiyet duygusunu güçlendirmiştir.
‘’Meşruiyet’’ kritik bir kelime. Bu hususta iki kurumun stratejik önemine dikkat çekmek lazım. 23 Nisan’da kurulan TBMM bunun bir ayağı, ondan birkaç gün önce 6 Nisan 1920’de kurulan Anadolu Ajansı diğer ayağıdır. Kurtuluş Savaşı’nın daha ilk günlerinde Dünya Basınında, Anadolu Direnişi hakkında bir avuç isyancı oldukları gibi imaları görmek mümkün. Hatta yoğun bir karşı propagandayla karşı karşıya kalınan dönemler oldu. Neticede Avrupa kamuoyunda İngiltere’nin Yunan ilerleyişini desteklemesine dair fikir birliği yoktu ve bu kara propagandayla destek arttırmaya çalışıyordu bu ülkeler. Anadolu Ajansı, Kurtuluş Savaşı’nın bir saldırganlık olmadığını, Wilson İlkelerinde de belirtilen ulusların kendi kaderini tayin hakkına uygun bir hak arayışı olduğunu, vatan müdafaası olduğunu vs. Dünya’ya duyuruyordu. Bu noktada TBMM’nin varlığı da bu meşruiyet adına kilit rol oynuyordu; zira birkaç liderden oluşan bir harekettense her bölgeden gelen temsilcilerden oluşan bir meclisin varlığı mücadelenin küresel meşruiyetini sağlamlıyordu. Burada bir stratejik deha söz konusu. Mustafa Kemal Paşa ve ekibi; silahlarla cephede savaştığı düşmanın iç kamuoyuna da haklılıklarını anlatarak kaleyi içten sarsmayı planlıyordu. TBMM’nin meşruiyet merkezi yapılması çabalarının önemini de son devrede İstanbul Hükümeti’nin devre dışı kalmasıyla Ankara’nın baş muhatap haline gelmesiyle görmek mümkün. Düşünün; bir tarafta İstanbul’da bir hükümet diğer yanda Meclis’i bile olmayan bir direniş hareketi olsa bu zafer mümkün olabilir miydi? Kendini düşmana muhatap aldırmak bile imkansızlaşabilirdi. Kısacası 100. Yılını kutlayan Meclisimiz, rastgele bir kurucu meclis değil gerçek anlamda savaş yönetmiş ve muzaffer olmuş ‘’Gazi’’ bir meclistir. Özellikle zor zamanlarda bir çok defa Atatürk’e gelen ‘’Meclis’i kapat’’ çağrısına rağmen Atatürk’ün ısrarı vizyonunun ve ön görüsünün yüksekliğinin kanıtıdır.
Bunların hiç biri tesadüf değil. Mustafa Kemal Atatürk’ün çok okuduğunu herkes bilir. Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmay ve Anıtkabir gibi kamusal noktalarda miras bıraktığı binlerce kitabı görmek mümkün. Gözden kaçan bir noktaya ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı ‘’Gazi Mustafa Kemal Atatürk’’ kitabında dikkat çekiyor. Mustafa Kemal; Trablus’u yerel halk ile beraber İtalyanlara karşı savunmak amacıyla bölgeye giden subaylardandı. Burada aslında yerel halkı örgütleyerek nasıl savaşılacağının adeta ‘’stajını’’ yaptı. Oradan döndükten sonra da Bulgaristan’da askeri ataşe olarak görev yaptı. Bulgaristan’da o dönem ciddi reformlar ve değişimler yaşanıyordu. Atatürk burada da cumhuriyet devrimlerinin stajını yaptı denebilir. İlber Hoca’nın dikkat çektiği bu duruma bakınca Mustafa Kemal Paşa’nın tüm adımlarını bilgi ve tecrübeyle gerçekleştirdiğini görmek zor değil. Dolayısıyla 23 Nisan’ın çocuklara armağan edilmesi de büyük anlama sahip. 10 yıllar boyunca cephelerde gençlerini ve evlatlarını yitiren Türk Milleti adına genç cumhuriyetin artık çocukların bayram yapacağı bir ülke yaratma mesajıdır bu. Geleceğe nasıl baktığı konusunda da geleceğin sahibi çocuklara bayram vermesi çok şey anlatır.
TBMM artık 100 yaşında. Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’i Cumhurbaşkanı seçtirmek isteyen askerlerin işgalini de gördü, kendi ordusuna ait helikoptere binmiş teröristlerce bombalanmayı da. Her şeye rağmen ayakta. Ülkemizin en kutsal kurumu olarak, milli iradenin merkezi olarak bir asır devirmesi Türkiye’nin bölgede ne kadar özel bir ülke olduğuna kanıt değil mi? Ne yazık ki Covid – 19 belası yüzünden meydanlarda ve sokaklarda kutlama yapamayacağız. Yine de 21:00’da İstiklal Marşımızı okuyarak kalplerimizle ve sesimizle kutlayacağız.
Bu vesileyle başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Gazi Meclis’de vatan için mücadele eden herkesi saygıyla yad ediyorum.
Tolga AKPINAR
Dünya Çocuk ve Gençlik Derneği Gn. Bşk. Yrd.