Öncelikle sizi tanımak isteriz. Furkan Çimen kimdir?
1996 yılında İstanbul Fatih’te doğdum. Annem ve babam Bulgaristan’dan göçen Türklerden. Ben burada doğduğum için İstanbullu olduğumu söylerim hep. İTÜ mezunu, İşletme Mühendisiyim. Şuan bankacılık sektöründe çalışıyorum, Risk Yönetimi ekibindeyim. Aynı zamanda lise döneminden beri gizli bir yazar ve senaristim. Hem sayısal hem de sözel konulara ilgim yüksek. Çalışmayı, farklı bir şeyler üretmeyi, kısacası yaratıcılığı seven birisiyim. Yapılan işleri geliştirmek, insanların işini kolaylaştırmak ve hayatlarına dokunmak beni tatmin ediyor. Bu yüzden ileride ülke ve/veya dünya çapında üst düzey bir yönetici olmak istiyorum.
Yazarlık hayatınız nasıl başladı? Size öncülük eden bir isim var mı?
Lise dönemlerinden beri yazmayı istiyordum, hatta gizlice yazıyordum da. Fakat olgunlaşmadığım için istediğim gibi hikâyeler kaleme alamıyordum. Üniversite döneminde daha fazla kitap okumaya ve öykü yazmaya odaklandım. Daha iyiye gidiyordum. 2016 yılında Marmara Sanat Akademisi’nde senaryo kursuna başladım. 3 aylık süreç sonunda bir film senaryosu yazıp Ulaş Çobancı’dan diplomamı aldım. Çok keyifli bir dönemdi. Bir yıl sonra yayınlanmamış ilk romanımı tamamladım. Aile ve arkadaşlar arasında döndü sadece. Beğenilmişti, fakat çok gerçekçi ve öfkeli bir hikâyeydi. Yayımlamak istemedim. Bir sonraki sene başka bir roman denemesi daha yaptım, o da çok psikolojik olduğu için tamamlamak istemedim. Biraz ara verip dinlenme kararı aldım. 2021 yılında pandeminin de verdiği boşluktan yararlanarak Savaş Adası adlı romanımı tamamladım. İlk yayımlanan romanım kendisi.
Yazarlığa soyunma konusunda bana öncülük eden üç isim oldu. Bunlar Kerem Deren, Pınar Bulut ve Zülfü Livaneli. İlk iki isim Ezel dizisinin senaristi. “Ben de bu tür diziler yazmalıyım,” diyerek başladım düşünmeye. Onlar gibi şaşırtıcı, derinlikli ve ilgi çekici öyküler yazmak istiyordum. Fakat hâlâ onların yazdığı gibi bol ters köşeli bir metnim henüz yok. O kafadan biraz sıyrılıp daha ütopik düşünmeye başladım çünkü.
Üçüncü isim ise müzisyen, senarist, politikacı, yazar ve yönetmen olan Zülfü Bey. Kendisinin sürükleyici romanlarını okuduktan sonra kitaplara daha fazla sarılmaya başladım. Lise döneminden beri edebiyat dendiğinde aklıma hep aruz ölçüsü, ağır dile sahip eski Türk romanları gelirdi. Bu durumdan hoşlanmaz, edebiyat derslerini de sevmezdim zaten. Zülfü Livaneli’yi okuduktan sonra bir oh çektim, bu düşüncemin yanlış olduğunu fark ettim ve yazmaya koyuldum. Sonuçta hayalimi gerçekleştirip yazar olmayı başardım.
Yazarken nelerden etkilenirsiniz?
Yaratıcı fikirler, ters köşeler, akıcı ve herkesin anlayabileceği bir dilde anlatım, topluma hitap edilmesi, bilim kurgu veya ütopya konulu olması, aksiyon ve bol diyalog içermesi, okuyucuyu kendine çekmesi bir kitabı yazarken etkilendiğim unsurlardır. Bunlar benim yazma motivasyonum diyebilirim. Hepsi de yazarlığın farklı aşamalarında karşıma çıkar.
Bunların en önemlisi başlangıç kıvılcımı olan fikir kısmı elbette. Her şey bir cümleyle başlar sonuçta. O cümlenin peşinden koşarken diğer detaylar ortaya çıkar. Bu yüzden en etkilendiğim şey başlangıçtaki fikir üretme aşamasıdır. Bir de bu fikir toplumsal meselelerle ilgiliyse tadından yenmez. Genelde öyle olduğu için fikir + topluma hitabet bu işin başı diyebilirim benim için. Ondan sonra ters köşe, aksiyon, konunun ütopya olması gibi ayrıntıları düşünüp kendimi yükseltirim. Heyecanlanır ve yazmaya başlarım. Fakat frene basmakta fayda var. Bu aşamada kontrollü olup metnin akıcılığına önem vermek en önemlisidir.
Savaş Adası isimli eserinizden bahseder misiniz?
Yayımlanan ilk romanım kendisi. Aksiyon, bilim kurgu, psikoloji ve ütopya konularını içerdiğini söyleyebilirim. Bir gün kendilerini ıssız bir adada bulan beş arkadaşın uyanmasıyla başlıyor her şey. Neden ve nasıl orada olduklarını sorguluyorlar. Sade bir adada olsalar, belki bu kadar sorun olmazdı onlar için. Fakat her yerin silah dolu olduğu bir ada düşünün. Girdiğiniz her evde teçhizatlar var. Üstelik bu adadaki her şey gerçek hayatlarındaki bir oyuna çok benziyor. Bu oyun, kahramanlarımızın her gün başına geçtikleri ‘Savaş Adası’ adlı aksiyon ve macera oyunu. Hikâyede burada başlıyor işte. “Gerçekten o adada mıyız? Yoksa birisi bizi oyuna mı hapsetti? Bu nasıl olabilir?” Bunları düşünürlerken bulundukları adadaki gerçek bir oyun hakikaten başlıyor.
Savaş Adası adlı eserinizin ismi nerden geliyor?
Romanın içinde yer aldığı kurgusal dünyadaki popüler olan bir savaş oyununun adı kendisi. Detayları bir önceki soruyla daha net açıkladığımı düşünüyorum.
Savaş Adası isimli kitabınızı okur gözüyle yorumlar mısınız?
Her kesimden insanı memnun edecek bir roman olduğunu düşünüyorum. Kesimden kastımı detaylı açıklamak isterim.
Mesela, çoğu insan benim gibi belirli mesai saatleri içinde belirli bir işte çalışıyor. Zaman geçtikçe fiziksel ve/veya psikolojik yorgunluk haliyle artıyor. Dolayısıyla insanlar mesai saatlerinden sonra kafa dağıtacağı bir şeyler arıyor. Ben de kafalarını yormayacak bir metin kaleme aldığımı düşünüyorum. Cümleler basit, anlatım akıcı görünüyor. Bu da o insanların kitabı ellerine alıp kendilerini rahatça öyküye kaptırmasına sebep oluyor. Ülkemizde okunma oranlarının az olmasını da buna bağlıyorum. İlk 50 sayfa denen bir eşik var, eğer bu sayıyı aşıp kitaba devam edebiliyorsak genelde bitiriyoruz. Fakat ilk 50 sayfada yoğun anlatımla karşılaşıldığında bitirilme oranı oldukça azalıyor. Ben de bunu dikkate alarak yormayacak metinler kaleme alıyorum.
Bir diğer kesim; yoğun anlatım seven, kimsenin fark etmediği detayları yakalamak isteyen, kendini kitaba daha hızlı verip ne olursa olsun odaklanabilen insanlar. Elbette bunların içinde çalışanlar da vardır, net bir profilleme yapmak istemem. Fakat bu insanların kitap okuma alışkanlığı da olduğu için basit metinler onlar için keyif vermiyor. Ben de onları kitabın genel kurgusuyla tatmin edeceğimi düşünüyorum. İçerdiği toplumsal ve kişisel mesajlar, olay örgüsünün oluşturulmasındaki genel fikir ve insana olumlu anlamda dokunan ufak detaylar sayesinde onlar da bu kitabı bitirdikleri zaman memnun olacaklardır.
Okur gözüyle baktığımda kitabın her insana hitap ettiğini tekrar söyleyebilirim. Akıcı dili ile son sayfaya nasıl geldiğinizi fark etmeyecek, fikirleriyle de etkileneceğinizi düşündüğüm bir eser.
Savaş Adası isimli kitabınızın vermek istediği mesaj nedir?
Açıkçası bu mesajları net bir şekilde kitabın içerisine yedirdim. Son bölümde yer alıyor kendileri.
Daha detaylı bir cevap vermek isterdim bu soruya, fakat kitabımın ‘spoiler’ nitelikli gizli tutulması gereken kısmıyla alakalı olduğu için yer veremiyorum.
Yeni çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Bu kitabın devamı niteliğinde, ama bambaşka bir açıdan bakarak Barış Yuvası adlı eseri yazmak istiyorum. Şu anlık kafamda belirli fikirler oluştu, ama dinlenme ve yenilenme aşamasında olduğum için hemen yazmaya başlamayacağım. Bu sırada “Beklenmeyen Misafir” adında ufak bir öykü yazdım. Yakında Google Play Kitaplar’da yer alacak. Belki de bu röportaj yayınlandığında zaten satışa çıkmış olur. Ücretsiz bir öykü olacak. Yine mesajı okura bırakmayıp karakterlerin ağzından vereceğim, kolay okunan bir metin. Farklı bir fikri var, umarım okunur.
Bunların yanı sıra senaryo yazmak istiyorum. Google Play Kitaplar aracılığıyla insanlara ulaştırmak istiyorum bu senaryoyu da. Kafamda 1-2 fikir var, fakat henüz kâğıda dökülmüş bir şey yok. Üzerimdeki yorgunluk gittikten sonra girişeceğim ilk işlerden biri de bu olacaktır. Senaryosunu yazdığım bir filmin çekilmesi bir başka hayalim çünkü.
Covid 19 salgını sizi nasıl etkiledi?
Herkese olduğu gibi bana da hem olumlu hem olumsuz yönden etkileri oldu. Sosyalliği çok yüksek biri değildim zaten, her gün dışarı çıkmayı sevmem. Fakat üç gün üst üste evde de oturabilen biri değilimdir. Hava alıp sosyalleşmek, insanlarla konuşup gezinmek gerekiyor. Bu yüzden, en baştaki yasaklar ve hastalığı bilmememizin verdiği korkuyla bayağı bir evde kaldığımız zamanlarda herkes gibi çok olumsuz etkilendim. Sonraları, “Bir şey yapmak gerekiyor,” diyerek kendime geldim. Spor, kitap okuma ve sağlıklı beslenme hariç evde yapılabilecek çoğu işe el attım. Yemek yapmayı öğrendim, Python kodu yazdım, arkadaşlarımla dakikalarca telefonda konuştum, satranç oynadım, dizi ve film izledim. Kafada soru işaretleri olduğu zaman, herkeste olduğu gibi bende de kafa yoran işlere ara verme durumu vardır. Tam olarak bununla karşılaştığımı söyleyebilirim (Hatta bu röportajı uzun süredir tamamlayamama sebebim de bu. Babamın COVID olmasıyla beraber tüm kafa yoran faaliyetlerim durdu 20 gün boyunca bir kelime dahi yazmadım. Şimdi ise babam iyi, röportajımı da tamamladım. 2020 yazından sonra, biraz daha adapte olabildiğim bir hayat olduğu için kitap okumaya, bir şeyler karalamaya çalıştım. 2021 Mart ayında kitabımı yazmaya başladım. Bu süreçte tam kapanmayı fırsat bilip romanımı nerdeyse tamamladım. Haziran ayında da kitabımı sonlandırıp Ağustos ayında satışa sundum.
Bu süreçte evden çalışmayı öğrenmemiz de oldukça pozitif oldu benim adıma. Uykuyu seven biri olarak, yolda geçen zamanımı fırsata çevirmemizi sağladı pandemi. Halen daha evden çalışıyorum. Bu açıdan pandemi benim için olumlu oldu. İnsanlardan uzaklaşmak ve rahat bir yakınlık kuramamak ise hâlâ büyük bir olumsuzluk. Yakın zamanda tüm olumsuz etkilerin geçmesi dileğiyle.
1996 yılında İstanbul Fatih’te doğdum. Annem ve babam Bulgaristan’dan göçen Türklerden. Ben burada doğduğum için İstanbullu olduğumu söylerim hep. İTÜ mezunu, İşletme Mühendisiyim. Şuan bankacılık sektöründe çalışıyorum, Risk Yönetimi ekibindeyim. Aynı zamanda lise döneminden beri gizli bir yazar ve senaristim. Hem sayısal hem de sözel konulara ilgim yüksek. Çalışmayı, farklı bir şeyler üretmeyi, kısacası yaratıcılığı seven birisiyim. Yapılan işleri geliştirmek, insanların işini kolaylaştırmak ve hayatlarına dokunmak beni tatmin ediyor. Bu yüzden ileride ülke ve/veya dünya çapında üst düzey bir yönetici olmak istiyorum.
Yazarlık hayatınız nasıl başladı? Size öncülük eden bir isim var mı?
Lise dönemlerinden beri yazmayı istiyordum, hatta gizlice yazıyordum da. Fakat olgunlaşmadığım için istediğim gibi hikâyeler kaleme alamıyordum. Üniversite döneminde daha fazla kitap okumaya ve öykü yazmaya odaklandım. Daha iyiye gidiyordum. 2016 yılında Marmara Sanat Akademisi’nde senaryo kursuna başladım. 3 aylık süreç sonunda bir film senaryosu yazıp Ulaş Çobancı’dan diplomamı aldım. Çok keyifli bir dönemdi. Bir yıl sonra yayınlanmamış ilk romanımı tamamladım. Aile ve arkadaşlar arasında döndü sadece. Beğenilmişti, fakat çok gerçekçi ve öfkeli bir hikâyeydi. Yayımlamak istemedim. Bir sonraki sene başka bir roman denemesi daha yaptım, o da çok psikolojik olduğu için tamamlamak istemedim. Biraz ara verip dinlenme kararı aldım. 2021 yılında pandeminin de verdiği boşluktan yararlanarak Savaş Adası adlı romanımı tamamladım. İlk yayımlanan romanım kendisi.
Yazarlığa soyunma konusunda bana öncülük eden üç isim oldu. Bunlar Kerem Deren, Pınar Bulut ve Zülfü Livaneli. İlk iki isim Ezel dizisinin senaristi. “Ben de bu tür diziler yazmalıyım,” diyerek başladım düşünmeye. Onlar gibi şaşırtıcı, derinlikli ve ilgi çekici öyküler yazmak istiyordum. Fakat hâlâ onların yazdığı gibi bol ters köşeli bir metnim henüz yok. O kafadan biraz sıyrılıp daha ütopik düşünmeye başladım çünkü.
Üçüncü isim ise müzisyen, senarist, politikacı, yazar ve yönetmen olan Zülfü Bey. Kendisinin sürükleyici romanlarını okuduktan sonra kitaplara daha fazla sarılmaya başladım. Lise döneminden beri edebiyat dendiğinde aklıma hep aruz ölçüsü, ağır dile sahip eski Türk romanları gelirdi. Bu durumdan hoşlanmaz, edebiyat derslerini de sevmezdim zaten. Zülfü Livaneli’yi okuduktan sonra bir oh çektim, bu düşüncemin yanlış olduğunu fark ettim ve yazmaya koyuldum. Sonuçta hayalimi gerçekleştirip yazar olmayı başardım.
Yazarken nelerden etkilenirsiniz?
Yaratıcı fikirler, ters köşeler, akıcı ve herkesin anlayabileceği bir dilde anlatım, topluma hitap edilmesi, bilim kurgu veya ütopya konulu olması, aksiyon ve bol diyalog içermesi, okuyucuyu kendine çekmesi bir kitabı yazarken etkilendiğim unsurlardır. Bunlar benim yazma motivasyonum diyebilirim. Hepsi de yazarlığın farklı aşamalarında karşıma çıkar.
Bunların en önemlisi başlangıç kıvılcımı olan fikir kısmı elbette. Her şey bir cümleyle başlar sonuçta. O cümlenin peşinden koşarken diğer detaylar ortaya çıkar. Bu yüzden en etkilendiğim şey başlangıçtaki fikir üretme aşamasıdır. Bir de bu fikir toplumsal meselelerle ilgiliyse tadından yenmez. Genelde öyle olduğu için fikir + topluma hitabet bu işin başı diyebilirim benim için. Ondan sonra ters köşe, aksiyon, konunun ütopya olması gibi ayrıntıları düşünüp kendimi yükseltirim. Heyecanlanır ve yazmaya başlarım. Fakat frene basmakta fayda var. Bu aşamada kontrollü olup metnin akıcılığına önem vermek en önemlisidir.
Savaş Adası isimli eserinizden bahseder misiniz?
Yayımlanan ilk romanım kendisi. Aksiyon, bilim kurgu, psikoloji ve ütopya konularını içerdiğini söyleyebilirim. Bir gün kendilerini ıssız bir adada bulan beş arkadaşın uyanmasıyla başlıyor her şey. Neden ve nasıl orada olduklarını sorguluyorlar. Sade bir adada olsalar, belki bu kadar sorun olmazdı onlar için. Fakat her yerin silah dolu olduğu bir ada düşünün. Girdiğiniz her evde teçhizatlar var. Üstelik bu adadaki her şey gerçek hayatlarındaki bir oyuna çok benziyor. Bu oyun, kahramanlarımızın her gün başına geçtikleri ‘Savaş Adası’ adlı aksiyon ve macera oyunu. Hikâyede burada başlıyor işte. “Gerçekten o adada mıyız? Yoksa birisi bizi oyuna mı hapsetti? Bu nasıl olabilir?” Bunları düşünürlerken bulundukları adadaki gerçek bir oyun hakikaten başlıyor.
Savaş Adası adlı eserinizin ismi nerden geliyor?
Romanın içinde yer aldığı kurgusal dünyadaki popüler olan bir savaş oyununun adı kendisi. Detayları bir önceki soruyla daha net açıkladığımı düşünüyorum.
Savaş Adası isimli kitabınızı okur gözüyle yorumlar mısınız?
Her kesimden insanı memnun edecek bir roman olduğunu düşünüyorum. Kesimden kastımı detaylı açıklamak isterim.
Mesela, çoğu insan benim gibi belirli mesai saatleri içinde belirli bir işte çalışıyor. Zaman geçtikçe fiziksel ve/veya psikolojik yorgunluk haliyle artıyor. Dolayısıyla insanlar mesai saatlerinden sonra kafa dağıtacağı bir şeyler arıyor. Ben de kafalarını yormayacak bir metin kaleme aldığımı düşünüyorum. Cümleler basit, anlatım akıcı görünüyor. Bu da o insanların kitabı ellerine alıp kendilerini rahatça öyküye kaptırmasına sebep oluyor. Ülkemizde okunma oranlarının az olmasını da buna bağlıyorum. İlk 50 sayfa denen bir eşik var, eğer bu sayıyı aşıp kitaba devam edebiliyorsak genelde bitiriyoruz. Fakat ilk 50 sayfada yoğun anlatımla karşılaşıldığında bitirilme oranı oldukça azalıyor. Ben de bunu dikkate alarak yormayacak metinler kaleme alıyorum.
Bir diğer kesim; yoğun anlatım seven, kimsenin fark etmediği detayları yakalamak isteyen, kendini kitaba daha hızlı verip ne olursa olsun odaklanabilen insanlar. Elbette bunların içinde çalışanlar da vardır, net bir profilleme yapmak istemem. Fakat bu insanların kitap okuma alışkanlığı da olduğu için basit metinler onlar için keyif vermiyor. Ben de onları kitabın genel kurgusuyla tatmin edeceğimi düşünüyorum. İçerdiği toplumsal ve kişisel mesajlar, olay örgüsünün oluşturulmasındaki genel fikir ve insana olumlu anlamda dokunan ufak detaylar sayesinde onlar da bu kitabı bitirdikleri zaman memnun olacaklardır.
Okur gözüyle baktığımda kitabın her insana hitap ettiğini tekrar söyleyebilirim. Akıcı dili ile son sayfaya nasıl geldiğinizi fark etmeyecek, fikirleriyle de etkileneceğinizi düşündüğüm bir eser.
Savaş Adası isimli kitabınızın vermek istediği mesaj nedir?
Açıkçası bu mesajları net bir şekilde kitabın içerisine yedirdim. Son bölümde yer alıyor kendileri.
Daha detaylı bir cevap vermek isterdim bu soruya, fakat kitabımın ‘spoiler’ nitelikli gizli tutulması gereken kısmıyla alakalı olduğu için yer veremiyorum.
Yeni çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Bu kitabın devamı niteliğinde, ama bambaşka bir açıdan bakarak Barış Yuvası adlı eseri yazmak istiyorum. Şu anlık kafamda belirli fikirler oluştu, ama dinlenme ve yenilenme aşamasında olduğum için hemen yazmaya başlamayacağım. Bu sırada “Beklenmeyen Misafir” adında ufak bir öykü yazdım. Yakında Google Play Kitaplar’da yer alacak. Belki de bu röportaj yayınlandığında zaten satışa çıkmış olur. Ücretsiz bir öykü olacak. Yine mesajı okura bırakmayıp karakterlerin ağzından vereceğim, kolay okunan bir metin. Farklı bir fikri var, umarım okunur.
Bunların yanı sıra senaryo yazmak istiyorum. Google Play Kitaplar aracılığıyla insanlara ulaştırmak istiyorum bu senaryoyu da. Kafamda 1-2 fikir var, fakat henüz kâğıda dökülmüş bir şey yok. Üzerimdeki yorgunluk gittikten sonra girişeceğim ilk işlerden biri de bu olacaktır. Senaryosunu yazdığım bir filmin çekilmesi bir başka hayalim çünkü.
Covid 19 salgını sizi nasıl etkiledi?
Herkese olduğu gibi bana da hem olumlu hem olumsuz yönden etkileri oldu. Sosyalliği çok yüksek biri değildim zaten, her gün dışarı çıkmayı sevmem. Fakat üç gün üst üste evde de oturabilen biri değilimdir. Hava alıp sosyalleşmek, insanlarla konuşup gezinmek gerekiyor. Bu yüzden, en baştaki yasaklar ve hastalığı bilmememizin verdiği korkuyla bayağı bir evde kaldığımız zamanlarda herkes gibi çok olumsuz etkilendim. Sonraları, “Bir şey yapmak gerekiyor,” diyerek kendime geldim. Spor, kitap okuma ve sağlıklı beslenme hariç evde yapılabilecek çoğu işe el attım. Yemek yapmayı öğrendim, Python kodu yazdım, arkadaşlarımla dakikalarca telefonda konuştum, satranç oynadım, dizi ve film izledim. Kafada soru işaretleri olduğu zaman, herkeste olduğu gibi bende de kafa yoran işlere ara verme durumu vardır. Tam olarak bununla karşılaştığımı söyleyebilirim (Hatta bu röportajı uzun süredir tamamlayamama sebebim de bu. Babamın COVID olmasıyla beraber tüm kafa yoran faaliyetlerim durdu 20 gün boyunca bir kelime dahi yazmadım. Şimdi ise babam iyi, röportajımı da tamamladım. 2020 yazından sonra, biraz daha adapte olabildiğim bir hayat olduğu için kitap okumaya, bir şeyler karalamaya çalıştım. 2021 Mart ayında kitabımı yazmaya başladım. Bu süreçte tam kapanmayı fırsat bilip romanımı nerdeyse tamamladım. Haziran ayında da kitabımı sonlandırıp Ağustos ayında satışa sundum.
Bu süreçte evden çalışmayı öğrenmemiz de oldukça pozitif oldu benim adıma. Uykuyu seven biri olarak, yolda geçen zamanımı fırsata çevirmemizi sağladı pandemi. Halen daha evden çalışıyorum. Bu açıdan pandemi benim için olumlu oldu. İnsanlardan uzaklaşmak ve rahat bir yakınlık kuramamak ise hâlâ büyük bir olumsuzluk. Yakın zamanda tüm olumsuz etkilerin geçmesi dileğiyle.