Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben Semra Aksoy, 1974 yılında Dinar’da doğdum. Asıl mesleğim Avukatlık. Halen aktif olarak çalışmaya devam ediyorum. Bu aralar ise, büyük bir keyifle ikinci bir işle meşgulüm. Yazmak. Okumak benim için hep tutkuyla yaptığım bir şeydi. Ancak şimdi buna yazmak da ilave oldu. Yazmak da en az okumak kadar macera dolu bir iş. İç dünyamı keşfe çıkmak, dışarıdakilerle içeridekileri karşılaştırmak çok eğlenceli. Yada içimdekileri dışarıdakilerle buluşturmak denebilir belki.
Daha çok neler okursunuz?
Okumayı çok severim. Yıllar içinde okuma tercihlerim değişse de, okumaktan hiç vazgeçmedim. Çocukluğumda Türk ve Dünya klasiklerinden, Üniversite dönemimde çokça siyasi kaynaklardan beslendiğim söylenebilir. Dünyayı tanıyıp anlamanın bir yoluydun sanırım. Sonraları felsefe, tarih, psikoloji, arkeoloji, dinler tarihi, ezoterizm gibi değişik konular ilgi alanlarım arasına girdi.
İlk kitabınız Tek Zaman hangi dönemi konu alıyor?
Tek Zaman 2136 Türkiye’sinde, Ankara’da geçen bir hikaye. Ama Ankara bildiğimiz Ankara değil! Dünya da bildiğimiz Dünya değil zaten. Her şey öylesine değişmiş ki! Kitapta bahsettiğim bir kaos döneminden sonra Büyük Sıçrama denilen travmatik bir süreç yaşanıyor ve insanlık bilinci bütünüyle değişiyor. Ancak değişim öyle böyle bir değişim değil! Beslenme alışkanlıkları, insan bedenleri, giyim alışkanlıkları, eğitim ve sağlık sistemi ve ekonomik sistem tamamen değişmiş. Birkaç önemli örnek vermek gerekirse, insan ömrü epey uzuyor mesela, para kavramı yok. İnsan ilişkileri deyim yerindeyse şifalanıyor. Çok yaralı bir konu biliyorsunuz ilişkiler. Ayrıca iş hayatı ve çalışma alışkanlıkları da mevcut sistemden tamamen farklı. Şimdi biliyorsunuz, kendimiz oluşturup sonra da tutsağı olduğumuz, sabahtan akşama kadar kapalı ortamlarda çalışıp, bize dayatılan tüketim maddelerini almak için para kazanmak zorunda hissettiğimiz bir iş yaşamının içindeyiz. Tek Zaman’da ise, bu çalışma şeklinden eser yok. İnsanın gerçek doğasına uygun bir yaşam kurulmuş orada. Elbette gündelik yaşam, hayata bakış şekli ve insan bilinci değişince, Gezegen de bütünüyle değişiyor.
Dünya insanının 2136’da hayata bakışını değiştiren nedir?
Yaşanan savaşların ve insanın insana ve doğaya zulmünün, her şeyi tükettiği bir nokta orası. Aslında süreç 2036 da başlıyor. Değişimin ilk işaretleri 2036’da görülüyor. Ama kitaptaki hikaye, 2136 da başlıyor ve artık Büyük Sıçrama’nın üzerinden 100 yıl geçmiş ve değişmiş bir Dünyayı konu alıyor. Tabi hikayede geri dönüşler de var. Değişimi tetikleyen şey ise; insanlığın bunca savaştan ve mücadeleden yorulması. Kendiyle ve başka her şeyle yapılan mücadele çok yorucu. Çıkış noktası arandığı bir zaman. Ve bu duygu, dikkate değer bir kitleyi aslında “Bir” olduğumuz bilincine taşıyor. Hepimiz Bir’in parçasıyız ve onun yansımalarıyız. Dolayısıyla savaşmaya gerek yok. Hepimiz derken sadece, insanı kastetmiyorum, içindeki tüm canlılarıyla Gezegeni kastediyorum. Savaşmayı bırakınca da Gezegen sırlarını açmaya başlıyor. Yani bize kolaylık tanıyor deyim yerindeyse. Çok detay vermek istemiyorum, ‘okumak isteyenlere sürpriz olsun’ diye, ama; Zaman Odaları keşfediliyor mesela. Toprağın altından dev Kristaller fışkırıyor ve Gezegenin enerji ihtiyacının tamamına yakını bunlarla karşılanmaya başlıyor.
Peki Tek Zaman’ın insanı nasıl? Kitabın kahramanları ve olay örgüsünden de biraz söz eder misiniz.?
Kitabın ana kahramanı Alin. Dünyanın geçmiş kötü günleriyle ilgili rüyalar görmeye başlayınca bunlarla ilgili incelemeler yapmaya başlıyor. Hala şifalanmamış kolektif bazı alanlar keşfediyor. Dünyanın geçmişinde yaşanmış ve hala izleri olan bazı kötü olayların da temizlenmesi ile daha ileri bir üst boyuta taşınma evresine gelineceğini fark ediyor.Bu çalışmayı yürütürken tabi ki yine topyekün bir hareket var. Herkesin birlikte olduğu bir süreç. Okuyacaklar için sürprizi bozulmasın diye çok fazla ayrıntı vermek istemiyorum.
Kitabın ismi neden Tek Zaman?
Biliyorsunuz zaman algısı bizim Dünya yaşamında sürekliliği takip etmek için kurduğumuz bir sistem. Ama her şeyde olduğu gibi burada da kendi kurduğumuz şeyin esiri olmuşuz. Halbuki ilahi planda yada evrensel planda zaman; geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman olarak kurgulanmamıştır. Zaman görecedir, bulunduğumuz yere ve koşullara göre değişir. Gökyüzündeki, aslında milyarlarca yıl önce ölmüş bir yıldızın görüntüsü şimdi bize ulaşır. Biz görmeye devam etsek de o yıldız aslında ölmüştür. Tüm zaman tek bir zamandır aslında. Her şey “An” dadır. Tek Zaman’da artık tüm zamanların birleştiği bir hikayeyi anlatıyor.
Yazmak için ne gerekir? Kalemi olan herkes yazabilir mi?
Bu konuda cevap vermek için ne eğitimim, ne de deneyimim yeterli. Bir de, yazın alanı o kadar geniş ki. Akademik çalışmalar var, teknik bilgi içeren mesleki çalışmalar var. Romansa kendi içinde apayrı türler içeriyor. Kurgu roman için konuşmak gerekirse, hayal gücüne güvenen, söyleyecek sözü olan herkes yazabilir bence. Ötesi okuyucuya kalır. Okuyucu sıkı bir eleyicidir. Kalbine dokunmayan, kulağını okşamayan, zihninde yer etmeyen şeyleri sessizce kenara bırakır. Elbette yazmak için de, yetenek çok kıymetlidir. Ama asıl başarı çalışmaktan gelir. Yazmak kişi için vazgeçilmez bir tutkuysa, bir hayalse, emek vererek, çalışarak tutkunun peşinden gitmek gerekir.
Son olarak okurlarımızın sizi takip edebileceği sosyal medya hesaplarınızı da paylaşır mısınız?
Memnuniyetle..
İnstagram : semraemineaksoy
Facebook :Semra Aksoy
Linkedin :Semra Aksoy
E-posta :[email protected]